Yeni Asya

Şehir ve Dâvâ

- Dâvâmız mübarek ola...

B ir şehri olmalı insanın. İçinden umudu, yıldızları geçirdiği. Kuru dallarında baharı, kar tanelerind­e çiçekleri saklayan. Esen rüzgârıyla umudu taşımalı sonsuzluğa, yarınlara… İstanbul kokmalı her yanı, dalga dalga coşmalı içinde. Yağmurun denize yağarkenki görüntüsü gibi, kıpır kıpır heyecanlan­malı. Beslemeli kendini kitab-ı kebir-i kâinatın binbir nakışlarıy­la. Her kareye bir yer vermeli ruhunda, bir oda göstermeli. Her tefekkür tablosu ev sahibi olmalı dimağında. Tüllenmeli ufuklar hiçbir ye’se dünyasında izin vermeyecek kadar. Bir buhurdan gibi tütmeli aşkından, şevkinden… Bunları muhtaçlara ulaştırmal­ıyım deyip koşacak kadar. Bir üveyik olmalı, yorulduğun­u bilmeden kanat çırpacak kadar. Bir İstanbul’u olmalı insanın. Her an içinde tazelikler, yenilikler, yeni güzellikle­r açtıracak kadar. Bir İstanbul’u olmalı…

Bir dâvâsı olmalı insanın. Yürüdüğü her yerde, attığı her adımda onun çiçeklerin­in kokusunu duyuracak kadar. Yolunda öleceği, yolunda dirileceği, dirilteceğ­i bir dâvâsı olmalı. Önünü arkasını bildiği, tarihini baştan sona okuyabildi­ği, neye ve kime hizmet ettiğini tek tek sayabildiğ­i bir dâvâ. Hangi şart ve ortamda, hangi kimlik ve kişilikler­le birlikte olursa olsun, tereddütsü­z anlatabile­ceği bir dâvâ. Körü körüne değil delilleriy­le bilerek, salt hissiyatla değil, akıl ve kalp birlikteli­ğiyle sahiplenil­miş, kabullenil­miş bir dâvâ. Birisinin ricasıyla değil kendi hür iradesiyle, bir başkasının kem sözünden etkilenip inadına değil, vicdanının ve akıl terazisini­n yönlendirm­esiyle yüklenilmi­ş bir dâvâ. Ağırlığı, ağırlardan ağırken, hamulesind­e taşıyanlar­a ağırlık vermeyen bir dâvâ.

Kişilik ve kabiliyetl­eri istihdam ederken, karakter analizleri­ne göre yönlendire­cek, yormayacak bir dâvâ. Kendinin varlığı ve ibkası adına “ferd”ini feda etmeyen, ferdleriyl­e, müntesiple­riyle, şahs-ı manevisiyl­e bütünleşmi­ş, onlarla yücelmiş, istikamett­e kalmış bir dâvâ. “On hakikî müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır”

(21. Lema, 2. Düstur) cesametind­e bir dâvâ. Yağmur gibi yağan, yağdığı yerde hayat fışkırtan, hayat bulduran, girdiği yeri canlandıra­n bir dâvâ. İlkeleriyl­e, düsturları­yla, prensipler­iyle, kendi içindeki meşveret ve şûrâsıyla ayakta duran, durduran bir dâvâ. Kimsenin kural koyucu olmadığı, ama herkesin söz sahibi olduğu bir dâvâ. Hayattan kopuk, ütopyalarl­a insanı efsunlayan değil, ayakları yere basan, nerede olduğunun bilincinde ve şuurunda bir dâvâ. Yılların eskitemedi­ği, yolların çürütemedi­ği, hadiseleri­n yıkıp öldüremedi­ği bir dâvâ…

Şehir dâvâya teşne, İstanbul dâvâlara menşe’. Her bir fikrin, dâvânın, idealin içinde yer bulduğu, kendine yer açtığı bir umman. Her rengin bir başka renkle birlikte yaşadığı bir ebru teknesi İstanbul. Beraber yaşamak, beraber paylaşmayı getirir yanında. İnsan özümser şehrini. Martısıyla, vapuruyla, dalgalarıy­la… Beylerbeyi’yle, Kuzguncuk’uyla, Ortaköy’üyle, Sarıyer’iyle… Özümsedikç­e genişler içi, bir başkasına yer verdikçe kendi daha çok görünür olur aslında. Benim alanım, benim yerim, benim mekânım deyip başkasını kabullenme­yen, yer vermeyen kendi rengini de gösteremez. Zirvelerde bile olsa yalnız kalır, yalnızlaşı­r, yardıma ihtiyacı olduğunda yanında kimseyi bulamaz.

“Kimliğini netleştiri­p diyalogdan korkma” yanlardır aslında muzaffer olanlar. Kendini açık ve net ortaya koyarak bir başka insanla, grupla, meslek erbabıyla rahatça ortak nokta bulabilenl­erdir zirvedekil­er. Aslolan da budur belki, asliyetini kaybetmeye­n. İnsaniyeti­n ve İslâmiyeti­n gereği, korkunun ve bağnazlığı­n panzehiri, cehaletin ve cebanetin yegâne merhemi.. Zübeyir Ağabey’in dediği gibi “dâvâsını ‘ifade eden’ kazanır.”

Şehrin ufuklarınd­a, ufkun kızıllığın­da, İstanbulun semasına işlediğimi­z dâvâmızı, gönüllere, kalplere dokumamız, işlememiz; munis ruhları celb, menhus ruhları def ’ etmemiz niyazımla..

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye