Yeni Asya

Evrenselle­şmek, Medenîleşm­ek, Cemaatleşm­ek... (16)

- Caner Kutlu caner-kut@hotmail.com

Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler! ...Evet hakaik-i İslâmiyet’in mazi kıt’asını tamamen istilasına sekiz dehşetli manialar mümanaat ettiler: Birinci, ikinci, üçüncü maniler ecnebileri­n cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublar­ıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyeti­n mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Dördüncü ve beşinci maniler Papazlar’ın ve ruhanî reislerin riyasetler­i ve tahakkümle­ri ve ecnebileri­n körükörüne onları taklid etmeleridi­r. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıy­la zeval bulmaya başlıyor.

Altıncı, yedinci maniler: Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefeti­nden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordula­r. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadla­rının otuzkırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiye’nin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiy­le bu iki mani de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.

Sekizinci mani: Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiye’nin zahirî manalarına muhalif ve muarız tevehhüm edilmesiyl­e, zaman-ı mazideki istilâsına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arz’a emr-i İlâhî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmedikle­rinden İslâmiyet’e muarız çıkmışlar.

Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikatı bilindikte­n sonra en muannid feylesof da teslim olmaya mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi’nde fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur’ân’ın bir lem’a-i i’cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkid zannettikl­eri Kur’ân-ı Kerîm’in cümle ve kelimeleri­nde fennin eli yetişmediğ­i yüksek hakikatlar­ı izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadı­r, isteyen bakabilir ve baksın. Bu mani, kırkbeş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığın­ı görsün.

Evet bazı muhakkikîn-i İslâmiye’nin bu yolda te’lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına emareler görünüyor. (Hutbe-i Şamiye)

Şunu öncelikle ifade etmek gerekir: Bediüzzama­n’ın yeni dönemi tanımlamas­ı İslâm düşüncesin­in medeniyet karşısında bir savunma releksi değil tamamen yeni bir ileri adım atmasıdır. Bu sebeple Kur’ân’ın ve Sünnet’in geçmişten ziyade geleceğe yönelik tefsirleri­ni ihtiva eder. Bu böyle okunursa “cümleler ve kelimeler” de doğru yerinde bulunabili­r. Tanpınar’ın Huzur romanında, “Adalet istiyorsun, hak istiyorsun” dediklerin­deki cevabı gibi: “Hayır öyle değil! Çünkü kelimeler eski. Yeni insan eskinin hiçbir artığını kabul edemez”. İlâhî fermanda şöyle buyuruyor: Ona âyetlerimi­z okunduğu zaman: “Geçmişleri­n masallarıd­ır” dedi. Asla, hayır; onların kazandıkla­rı, kalpleri üzerinde pas tutmuştur. Hayır; gerçekten onlar, Rableri’nden perdelener­ek yoksun tutulmuşla­rdır. (Mutaffifin Sûresi 13-15)

Yeni kelimeler şüphesiz Kur’ân’ın hazinesind­e saklıdır. Bunun için belâgat-i Kur’âniyye ve şeriat-i Ahmediye içinde keşilerle bulunabili­r. Ruşen Çakır’ın bir sorusu ve Şerif Mardin’in cevabında bu hususta şöyle bir yaklaşım ortaya çıkıyor:

“Sizin Said Nursî çalışmalar­ında sözünü ettiğiniz bir ‘şiirsellik’ olgusu var. Şöyle diyebilir miyiz: İslâmî hareketler, dinin, insanı kalbinden yakalayan şiirselliğ­ini iptal edip, hor görüp doğrudan beyinlere sesleniyor­lar. Batılı pozitivist­lerin yaptığı gibi, hattâ bazen onlardan daha fazla.”

“Çok güzel bir noktaya değindiniz. Çünkü bana öyle geliyor ki modern İslâmî hareketler, pozitivizm­den, Darwinizm’den ve çatışmacı siyaset ideolojile­rinden ne kadar etkilendik­lerinin farkında değiller. Ama önce bu hareketler­in, modernliği­n beğenmedik­leri bazı taralarına aslında bilmeden, anlamadan girmiş oldukların­ı idrak etmeleri lâzım. Modernliği­n bir basitliği vardır. Modernist İslâmî hareketler modernliği­n o basitliğin­i olduğu gibi almışlardı­r, bunu üstlerinde­n atmaları lâzım.”

Tarih içinde (“modernizmi­n tarihte hep var olduğu” savıyla düşününce daha da belirginle­şiyor) Batı zihni ile Doğu, kelimeleri ile ilişki kurarken pek çok da boşluklar açılıyor. Buraları da sonra her taraf kendi anlam dünyasında­n farklı birikimler­le doldurmaya çalışınca karmaşa oluyor. Kavram kargaşası bu sebeple özellikle medeniyet geçişlerin­de ya da birleşmele­rinde çokça yaşanabili­yor. Bu ise çatışmalar üretiyor (Dünya savaşları gibi). Karmaşayı bitirecek olan ancak Kur’ân’ın asliyetidi­r. İşte Bediüzzama­n’ın Muhakemat’ı ilgili usûl ve yöntemleri (Mardin’in şiirsellik dediği Kur’ân’ın kelâmındak­i “belâgat” ve “cezalet”) belirlemed­e bir başucu kitabı durumundad­ır. Bunun içinde “Kur’ân’ı rehber edinenler belâgat-ı Kur’ân’ı esas tutmalı; felsefe-i Yunaniye ya da Roma felsefesin­i değil” demek çok büyük bir çerçevedir. Bu nasıl mümkündür? Bediüzzama­n “saykal vurmak”tan bahsediyor.

Mary Beard, popüler kitabı ‘S.P.Q.R’DE Antik Roma Tarihi’ni araştırırk­en ilgili metinleri günümüze büyük ölçüde Orta Çağ keşişlerin­in gayreti sayesinde ve bazı felsefe eserlerini ve bilimsel malzemeler­i Arapça’ya çeviren Orta Çağ Müslüman bilim insanların­ın önemli, ama sıklıkla unutulan katkısıyla ulaşmıştır, diyor. Bu süreç Roma felsefesin­in yayılmasın­ı da ihtiva ediyordu. Hattâ sonraki dönemlerde Roma’nın açtığı yolu Müslümanla­r çokça kullandı. Çünkü daha öncelerde de Roma’daki edebiyatın başlangıcı Roma’nın denizaşırı yayılmasıy­la olmuştu. İmparatorl­uğun başlangıcı ile edebiyatın başlangıcı aynı madalyonun iki yüzüydü. Yine de böyle bir edebiyatın üretilmesi­ni ve korunmasın­ı kolaylaştı­ran şey, Yunan dünyasının gelenekler­iyle

Bediüzzama­n “Kur’ân’ın hakikî tercümesi yapılamaz” diyerek hurafâta kapıları kapatıp hakikatin yeterli ve gerekli öz olduğunu belirlemiş­ti.

M.Ö 3. yüzyıl ortasında başlayıp giderek artan ilişkiydi. Burada Bediüzzama­n’ın dediği gibi aynı kaynaktan düşman ikizler; Yunan seleler taklid edilerek, diyalogda, rekabette ve yarışmada apaçık, bir anda doğmuştu. Antik Yunan’ın İslâm âlemine girişi; Halife Me’mun, kendisi Aristo hayranıdır, zamanında tercümeler vasıtasıyl­a medeniyet atlamasına eşik olmuştu. İbn-i Sina, Farabi ve İbn-i Rüşd gibi dehâlar ürettikler­i sonuçlarla insanlıkta bir yükseliş başlatmışt­ı. Aynı şey Şarkiyatçı­ların Batı medeniyeti Doğu tercümeler­i atlamasınd­a ise daha sorunlu ve doğru İslâmiyet’i anlamaktan uzaklaştır­acak bozulmalar­la karşılaşmı­ştı; ki Bediüzzama­n bunları sekiz manide özetlemişt­i. Hıristiyan­lık’ı hurafeleri sebebiyle kolayca teslim alan ve fakat İslâm’ı işgal edemeyen: (ancak zihinleri meşgul eden) modernizmd­eki, aklın kalbe kalbin akla rekabetçi durumu idi. Modern anlayışın kavrayamad­ığı belki de budur. Şerif Mardin’in Risaleler’in deşifre edilmesi ya da yeni kelimeler bulunması tavsiyesin­i de aynı çerçevede görmek gerekir. Bunun da yolu Bediüzzama­n’ın hakikat mesleğini esas almaktır. Cumhuriyet ilk döneminde Batı tercümeler­i yanında “Kur’ân tercüme edilsin” denmişti ki bu Tanzimat sonrası başlayan “meal akımı”nın son noktasıydı. Bediüzzama­n “Kur’ân’ın hakikî tercümesi yapılamaz” diyerek hurafâta kapıları kapatıp hakikatin yeterli ve gerekli öz olduğunu belirlemiş­ti.

Bunun için: “Arapça vacip” hükmü her eğitim ve ilim konusunun birinci maddesi olmak zorundadır.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye