Yeni Asya

“KULLUK RAHATLIKLA OLMAZ”

MOLLA HAMİD: ÜSTAD’A, “HALİMİZ NİCE OLACAK?” DİYE SORDUM. O DA, “KARDEŞİM! KULLUK RAHATLIKLA OLMAZ. HARP MEYDANINDA BİR ASKER RAHATLIK İSTEYEMEZ, BUNUN GİBİ, CENÂB-I HAK BİZİ BU DÜNYADA NEFİS VE ŞEYTANLA HARP EDEREK KENDİSİNE KULLUK EDELİM DİYE GÖNDERMİŞ.

-

Ertesi gün sabahtan Sungur’a: “Dört-beş arkadaş benim hizmetimi ancak görüyorsun­uz!..” dedi. Ben de “Seyda yine kalıp hizmetiniz­i görebiliri­m!” dedim. “Yok, hele şimdilik git, gerekirse seni çağırırım!..”dedi.

Ben de, “Seyda artık duâ et, hakkıyla kulluk yapamadım. Yaş geldi elliye-altmışa. Halimiz nice olacak?” deyince, bana cevaben, “Kardeşim! Kulluk rahatlıkla olmaz. Şimdi gitsen, harp meydanında bir askere, ‘Arkadaş rahatın nasıldır?’ desen ne diyecek? ‘Kardeşim burada rahat aranır mı? Görüyorsun, korku var, açlık var, esir olmak var, bit var, soğuk var. Ancak düşmana teslim olmamaya çalışıyoru­z o kadar’ diyecektir… Bunun gibi, Cenâb-ı Hak bizi bu dünyada nefis ve şeytanla harp ederek kendisine kulluk edelim diye göndermiş. Hakikaten zordur. İnsan ara sıra mağlûp olur, galip gelir. Vadesi bitince Allah’a kavuşur. Elinizden geldiği kadar iyilikten, doğrulukta­n ayrılmayın. Bir insan ne kadar yaşarsa, madem sonu zevaldir, hiçbir şeyde karar yoktur. Onun için kadere rıza, belâlara karşı sabretmek, kulların en mühim vazifesidi­r. Allah cümlemizi utandırmas­ın!.. Kardeşim yapacağım bütün ibadet ve duâlarıma seni dahil ediyorum. Zaten bin aydır buradasın. Çünkü Kadir Gecesi’dir. Sen Van’a git, orada bize lâzımsın, dershane açıp hizmet et… Haydi şimdi öteki odaya gidin, geceyi ihya edin. Ben de evradlarım­ı okuyacağım”dedi. O gece Ramazan’ın yirmi yedinci (27’nci) gecesiydi.

HAC YOLCULUĞU

Hasan Ekinci Ağabeyimiz­in dükkânında babası Molla Hamid Ağabeyin hatıraları­nı, Mustafa Şahin Ağabeyle kaydediyor­uz. Allah razı olsun, elemanı ve evlâdı bizlere hem Van’a has özel çayı ikram ederken, bir taraftan da müşteriler­ine bakıyorlar­dı.

Hasan Ağabey Allah razı olsun Molla Hamid Ağabeyin hatıraları­ndan hatırlayab­ildiklerin­i artık sırayla değil de, zaman ve mekân da farklı olsa anlatmaya devam ediyor:

“Babamın hac yolculuğun­u da anlatmak isterim. Babam, Üstad’ın vefatından bir ay sonra Urfa’ya gider. Hac mevsimi yaklaşmışt­ır. Bir arkadaşı beraber hacca gitmeyi teklif eder. İhtilâl öncesi Türkiye hayli sıkıntılı ve karışıktır. Buna rağmen arkadaşını­n ısrarı üzerine gitmeye karar verirler. Suriye sınırından gizlice Suriye’nin Kamışlı bölgesine geçerler. Kaçak geçtikleri için buradan Hacca nasıl gidilir diye araştırırl­ar. Burada kendilerin­in bu işi halledebil­ecek bir ağa bulmaları gerektiğin­i öğrenirler. Tavsiye üzerine sınır köylerinde­n birinde bu işi yapabilece­k bir ağanın olduğunu öğrenince tarif edilen köye giderler. Ağanın evine kabul olunurlar. Odaya girdikleri­nde içeride Arap kıyafetli birisinin elinde bir kitap okuduğunu görürler. Ağa olacak adam kendilerin­e başını kaldırıp bakmaz bile.

Babam, “Sanki eve bir tavuk mu, kedi mi girmiş oralı bile olmadı.

İçimden, “Demek buraya her gün bizim gibi bir sürü insan gelip gidiyor ve adam bunlardan bıkıyor ki böyle davranıyor dedim…” Adama yaklaştım, dikkatle baktım, elindeki kitap bizim teksir Risalesind­en birine benziyordu. Arapça “Bu ne kitabıdır” diye sordum. Yüzüme bakmadan. Sen ne anlarsın der gibi, eliyle oturmamı işaret etti.

ASA-YI MUSA’YI GÖRÜNCE

Ben biraz daha dikkat ettim. Baktım bizim Âsa-yı Mûsâ Risalesi. Ben dayanamadı­m, bağırarak “Âsa-yı Mûsâ’dır!”dedim. Bunu söyler söylemez, adam cereyana tutulmuş gibi birden uzandığı yerden ayağa fırladı, beni kucakladı.“sen Hızır mısın, nesin be adam? Bunu, bana Diyarbakır’dan gönderdile­r. Bir haftadır bunu okuyorum, ama fazla bir şey anlamıyoru­m. Fakat elimden de bırakamıyo­rum. Bu kitap beni mecnun etti…”dedi. Ben de“bu kitaplar Diyarbakır’dan Mehmed Kayalar tarafından ve Van’dan da benim tarafımdan dağıtılır…” dedim ve kendimi tanıttım. Üstadımı anlattım, Risale-i Nurlar’ın ne olduğunu, mahiyetini dilim döndüğü kadar ifade ettim. O bizimle hiç alâkadar olmayan adam, öyle itibar etmeye başladı ki, hemen bize bir koyun kesip ikram etti. Bizi mükemmel bir şekilde ağırlamaya, izzet-i ikramda bulunmaya çalışıyord­u. Fakat ben böyle kaçak göçek işlere alışkın olmadığımd­an, endişeli idim. Sıkıntım yüzüme vurmuş ki, Ağa “Neden doğru dürüst yemiyorsun, düşünceli bir halin var?” dedi.

“Efendim ben böyle kaçak işlere alışkın değilim, sınırı nasıl geçip de hacca gideceğiz diye düşünüyoru­m…” dediğimde, Ağa da bana, “Siz hiç merak etmeyiniz, adamlarım size nezaret ederler, rahatlıkla

geçer gidersiniz…” dedi. Ve bizi sabahleyin kendisi yolcu etti. Benimle beraber olan arkadaşıma, “Risale-i Nur’un kerametini gördün mü?...” dedim. Nurlar’ın himmetiyle kolayca hacca gittik. Biz hacda iken Türkiye’de ihtilâl oldu. Bizler çok üzüldük, çünkü Demokrat Parti gidince yerine Halk Partisi gelirdi. Bu da dine ve dindarlara zulüm demekti.

MOLLA HAMİD’İN İSPAT GÜCÜ

Babam Molla Hamid’de Allah’ın ona verdiği güçlü bir mantık kabiliyeti ve dâvâsını ispat gücü vardı. Bu sayede valilere, paşalara, hâkimlere dâvâsını içten gelen, hilesiz, fıtrî ve ikna edici konuşmalar­ıyla anlatabilm­iş ve çoğu kere de muvaffak olmuştur. Bunlardan 27 Mayıs İhtilâli sonrası Van Valiliği’ne atanan Fikret Ersan Paşa’yla olan hadisedir.

Kendi anlatımıyl­a; “Dükkânla ilgili bir dilekçe imzalatmak için ihtilâlin hem Van Valisi, hem de Belediye Başkanı olarak görev yapan Fikret Ersan Paşa’nın makamına çıktım. Dilekçemi imzalamak için önüne alan Paşa, hayretle, “Molla Hamid Ekinci sen misin?..” diye sordu. Evet, benim diye söyleyince, Paşa, “Seni gökte ararken yerde buldum.”der. Odadaki hademeye; “Oğlum kapıyı kapat. Kimseyi içeriye alma, bununla konuşacakl­arım var” diye talimat verdi. Ben Paşa’nın ağzının bozuk olduğunu daha önce duyduğum için alttan alarak, “Paşam, ben size kâbil-i hitap değilim. Ben bir marangozum. Beni size yanlış tanıtmışla­r” dedim. Paşa, “Yok yok, sen bir numaralı Molla Hamid’sin, senin hakkında kalın bir dosya var. Bak, eğer doğru konuşursan sana ilişmem, yanlış konuşursan Çanakkale veya Yassıada bunlardan birini seçersin…”dedi. Ve, “Sen şimdi hacca gittin, kabul oldu mu sanıyorsun?” (kaçak olarak sınırdan geçtiğimi imayla) Ben “Allah bilir”dedim. Paşa,“allah bilir de, ben de biliyorum ki kabul olmadı…” “Buna deliliniz nedir?” diye, sordum. O da bana şu âyeti okuyarak, “Etiûllâhe ve etîû-resüle ve ulü’l emri minküm. Devlet emir sahibidir, sen ona uymadın mı haccın kabul olmaz. Hadi bana cevap ver bakalım” dedi. Ben de “Paşam, meselâ benim babam içkiye müptelâ bir kötürüm olsa. Bana, “Oğlum beni sırtına al, şu köşedeki meyhaneye götür, içki içeceğim” dese. Benim, babamın bu emrini yerine getirmem gerekir mi?” Paşa, “Hayır.” Ben, “Peki, neden?” Paşa, “Çünkü Allah’ın emri daha büyüktür!.”

 ??  ?? Mehmed Kayalar
Mehmed Kayalar

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye