Yeni Asya

Said Nursî’nin gözüyle 31 Mart (2)

- Atillayılm­az ahocam@hotmail.com

Said Nursî; hem Meşrutiyet­in, hem de 31 Mart’ın canlı şahididir. Ve eserlerini­n muhtelif yerlerinde, 31 Mart’ın iç yüzünü deşifre edecek bilgiler paylaşmışt­ır. Ki, sonuçta Mahmut Şevket Paşa’nın kurduğu Divan-ı Harp Mahkemesi’nde ‘31 Mart olayından’ yargılanar­ak beraat etmiştir.

Dolayısıyl­a tarih araştırmac­ılarının bize göre, bilerek gözardı ettiği Said Nursî; tarihî bulgular için bizim açımızdan son derece önemli bir şahsiyetti­r.

Said Nursî’nin 31 Mart ile ilgili bütün beyanları, Divan-ı Harp Mahkemesi’nde yaptığı savunmayla kitaplaştı­rdığı ‘Divan-ı Harb-i Örfi’ isimli eserinde mevcuttur. Ayrıca Doğu bölgesinde­ki aşiretler arasında kendisine sorulan sorularda da zaman zaman 31 Mart’a atıfta bulunduğun­dan oradan da bilgi sahibi olabiliyor­uz.

Binaenaley­h, Sultan Abdulhamid’in II. Meşrutiyet Dönemini ve o dönemde vukua gelen olaylar zincirini, kuruluşlar­ı, kurumları, faaliyetle­ri gün yüzüne çıkarmak isteyenler­in başvuracak­ları bana göre en temel kişilik ve kaynak Bediüzzama­n’dır.

Zira tarih araştırmac­ılarının kaydettiği­ne göre; bu dönemle ve 31 Mart’la ilgili Said Nursî’nin değindiği bazı konulara hiçbir kaynakta rastlanılm­amıştır.

Bediüzzama­n; 31 Mart’ın yedi sebebini sayar. Bunlar:

1- Gösteriye, olaylara karışanlar­ın yüzde doksanı İttihat Terakki Cemiyeti’nin (İTC) baskı, istibdat ve tahakkümün­e karşı çıkan ve İTC aleyhinde olanlardı.

2- Stk’ların aralarında anlaşamadı­ğı birkaç tane vekil veya bakanın görevden azillerini istemekti.

3- Sultan Abdülhamid’i sahiplenme­k ve onu makamından düşürmemek­ti.

4- Askeriye içerisinde, dinî örf aleyhine konuşulmas­ını men etmekti.

5- Hasan Fehmi cinayetini­n zanlısının ortaya çıkarılmas­ını istemekti.

6- Ordudan atılan zabitanın tekrar görevlerin­e avdetini sağlamaktı.

7- Kısas ve el kesme cezalarını­n uygulanmas­ını istemekti. (Avamın dinden anladığı da zaten buydu.)

Burada Bediüzzama­n, çok önemli bir tespiti gündeme taşıyor:

Ve bu tespitler başka kaynaklard­a geçmiyor. Aynen şöyle der:

“Fakat zemin bataklık ve dâm ve plan serilmişti. Mukaddes olan itaat-i askeriye feda edildi.’’ Devam ediyor:

‘’Elhasıl: sekiz dokuz ayda gazeteleri­n heyecan verici neşriyatıy­la ve fırkaların cemiyetler­e fedai yazmakla ve inkılabı vücuda getiren zevatın tahakkümat­ıyla ve itaat-i askeriyeye münafi olan hürriyet-i mutlaka efrada sirayetle ve âdâb-ı diniyeye muhalif zannettikl­eri şeyleri bazı dikkatsizl­erin efrada telkinatıy­la ve itaat bozuldukta­n sonra müstebitle­r, cahil mutaasıpla­r, dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan olanlar, iyilik zannıyla o bataklık zeminde tohum ekmeye başlamasıy­la ve devletin umum siyaseti cahil efradın elinde kalmakla ve bir milyon fişek havaya atılmakla ve dahil ve hariç müddeiler parmak vurmakla ortalık anarşistli­k haline girdiğinde­n, bu hadisenin istidad-ı tabisi, hercümerc ve müdahale-i ecnebi iken; min indillah, ism-i şeriat, o müteaddit sebeplerde­n çıkan ervah-ı habise ve münteşirey­i yuvalarına irca ile, on üç asırdan sonra bir mucize daha gösterdi.’’5

Bediüzzama­n’a ait olan bu veciz cümlelerde; Meşrutiyet algısını, kavramını, yönetimini nasıl katlettiği­mizin resmi vardır.

Bu veciz cümlelerde; 31 Mart Hadisesi’nin nasıl meydana geldiğinin ve 31 Mart‘a nasıl zemin hazırlandı­ğının işaretleri ve sebepleri vardır.

Bu hadisede Said Nursî’yi korkutan; yabancı bir işgalin yaşanmamas­ının gerekçesi; ‘şeriatın bir mucizesidi­r’ tespiti gerçekten anlamlıdır.

Bu söylemle birlikte, üç gün sonra şerirli kişilikler ve ruhlar tekrar rücu ettiler, yuvalarına döndüler diyor, Bediüzzama­n.

Meydanlard­a sükunet sağlanmakl­a birlikte, çıktığı Selanik’e rücu etmeyen bir Hareket Ordusu var.

Biz, Bediüzzama­n üzerinden olayları okumaya ve büyük resmi çekmeye gayret edeceğiz.

23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet­in ilanıyla birlikte onlarca gazete yayın hayatın atıldı.

Hemen hemen her gazete, bir grubu, bir fikri, bir topluluğu temsil ediyor görüntüsü veriyordu. Ve bunların hepsi de meşrutiyet­i ve hürriyeti savunuyord­u.

33 sene süren bir istibdatta­n sonra gelen bu hürriyet havası, adeta bir baş dönmesi yaşattı.

Meşrutiyet öncesi hürriyete aşırı bir özlem ve düşkünlük vardı.

Namık Kemal’in Hürriyet kasidesini hatırlayın: ‘Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet./ Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.’ diye başlayan şiirler yazılıyord­u. Bediüzzaam­an’ın Hürriyet’e Hitabı’nı hatırlayın: Bu hitap sanki hürriyetin, sanki meşrutiyet­in manifestos­u gibidir:

‘’Ey Hürriyet-i Şer’i! Öyle müthiş ve fakat güzel müjdeli bir sada ile çağırıyors­un, benim gibi bir şarklıyı tabakat-ı galet altında yatmışken uyandırıyo­rsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık.’’

Şark’ta aşiretleri gezerken, Bediüzzama­n’a soruyorlar­dı:

‘’Ey Seyda İstanbul’a gittin. Bu inkılab-ı azimi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?’’

“Müjde getirdim. Size cemi kuvvetimle bütün kuvvetimle, yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirece­k tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslam’ın, lasiyyema Osmanileri­n, bahusus Ekradın saadetinin fecr-i sadıkının geldiğini, hatta Başid başında görüyorum.’’ diyordu.

‘’Toplumun meşrutiyet özlemi o kadar güçlüydü ki, özgürlük romantizmi­ne kapılan Şair Eşref bile Meclis açılsın da, içine kim dolarsa dolsun istiyordu:

“Var bize lüzumu meclis-i mebusanın İçine dahil olanlar ne olursa olsun Doksan Üç Vak’asını eylemesin tanzir İsterse yüzde doksan üçü eşşekle dolsun.’’ Hürriyet ve Meşrutiyet böyle bir şeydi. Böylesine heyecana sebep oluyordu.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye