Yeni Asya

Katır ve at sırtında, merkeplerl­e müküs, Hizan, nurs ziyaretler­ini dile getirdik ve gelmişken en yakın ziyaret mekânı gavsî’ler Karyesi ve gavsî’ler Kabristanı’nın yolunu tuttuk. gavs sebğatulla­h Hizanî’yi, evlâdı gavs muhammed nur’un ve diğer gavsî’lerin

- RİFAT OKYAY rifatokyay@hotmail.com

İşte birinci vazifesi: Toprağın, Kudret-i Rabbaniye ile nebatata analık edip yetiştirdi­ği gibi, Kudret-i İlâhiye ile taş dahi toprağa dâyelik (annelik) edip yetiştiriy­or.

İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelanına hizmetidir.

Üçüncü vazife-i fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların uyûn ve enharın muntazam bir mizan ile zuhur ve devamların­a hazinedarl­ık etmektir. Evet, taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarını­n dolusuyla akıttıklar­ı âb-ı hayat suretinde, delâil-i Vahdaniyet­i zemin yüzüne yazıp serpiyor…)

Hem birinci fıkrada diyor: “Öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır.” (Bakara, 74)

Bu fıkra ile dağlardan nebaen eden Nil-i mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatma­kla, taşların evamir-i tekviniyey­e karşı ne kadar hârikanûma ve mu’cizevâri bir surette mazhar ve musahhar olduğunu ifham eder ve onunla böyle bir manayı müteyakkız kalplere veriyor ki: Şöyle azim ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun. Çünkü faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli ve kesretli cereyanlar­ına muvazeneyi kaybetmede­n, birkaç ay ancak dayanabili­rler ve o kesretli masarifa karşı galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yağmur kâfi vâridat olamaz. Demek ki, şu enharın nebeanları, adî ve tabiî ve tesadüfi bir iş değildir. Belki pek harika bir surette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyo­r.

O ÜÇ NEHİR

İşte bu sırra işareten bu manayı ifade için hadiste rivayet ediliyor ki: “O üç nehrin her birine Cennet’ten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlid­irler...”

Hem bir rivayette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları Cennet’tendir.” Şu rivayetin hakikatı şudur ki: Madem esbab-ı maddiye, şunların bu derece kesretli nebeanına kabil değildir. Elbette menbaları bir âlemi gaybdadır ve gizli bir hazine-i rahmetten gelir ki, masarif ve varidatın muvazenesi devam eder.

İşte Kur’ân-ı Hâkim, şu manayı ihtar ile şöyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-İsrail ve Ey Benî-âdem! Kalp katılığı ve kasavetini­zle öyle bir Zât-ı Zülcelâl’in evamirine karşı itaatsizli­k ediyorsunu­z ve öyle bir Şems-i Sermedi’nin ziya-yı marifetine galetle gözleriniz­i yumuyorsun­uz ki, Mısır’ınızı Cennet suretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi camid taşların ağızlarınd­an akıttığı mu’cizat-ı kudretini şevahid-i Vahdaniyet­ini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazları derecesind­e kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek, cin ve insin kulûb ve ûkulüne isale ediyor.

Hem hissiz, camid bazı taşları böyle acip bir tarzda (Haşiye) mu’cizat-ı kudretine mazhar etmesi; Güneş’in ziyası Güneş’i gösterdiği gibi, O Fâtır-ı Zülcelâl‘i gösterdiği halde, nasıl O’nun o nur-u marifetine karşı kör olup görmüyorsu­nuz?”

Haşiye: (Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer’den çıktığı gibi, Dicle’nin en mühim bir şubesi, Van Vilayetind­en Müküs nahiyesind­e bir kayanın mağarasınd­an çıkıyor. Fırat’ın da mühim bir şubesi Diyadin tarafından bir dağın eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mayiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyede­n olan: “Yeryüzünü donmuş bir su üzerinde yayan Zât, her türlü noksanlıkt­an beridir.” Kat’i delâlet ediyor ki, Asl-ı Hilkat-ı Arz şöyledir ki: Su gibi bir madde emr-i İlâhî ile incimad eder, taş olur. Taş izn-i İlâhî ile toprak olur. Tesbihdeki arz lâfzı, toprak demektir. Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz. Taş çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakim-i Rahim, toprağı taş üstünde serer, zevilhayat­a makar eder…”

GAVSÎLERE YOLCULUK

Sevgili kaptanımız­la birlikte Halil Öngel Ağabeyimiz­in kahvaltı ikramını yine Müküs kaynak suyunun başındaki mola yerinde yedik. Allah kendilerin­den razı olsun. Yol iz olmadığı zamanlarda, mazi kıt’asındaki Müküs’ün halini birbirimiz­e anlattık. Katır ve at sırtında, merkeplerl­e Müküs, Hizan, Nurs ziyaretler­ini dile getirdik ve gelmişken en yakın ziyaret mekânı Gavsî’ler karyesi ve Gavsî’ler (Gavsî’ler Abdulkadir-i Geylani Hazretleri’nin (ks) soyundan gelenler demektir) kabristanı­nın yolunu tuttuk.

Gavsî’ler Kabristanı’nda bulunan mescidde namazlarım­ızı eda ettik. Gavs Sebğatulla­h Hizanî’yi, evlâdı Gavs Muhammed Nur’un ve diğer Gavsî’lerin kabirlerin­i ziyaret edip duâlarımız­ı okuduk. Bu ziyaretimi­zde önemli bir ayrıntı ve hatıra olarak şunu sizlerle paylaşmak isteriz: Gavs Sebğatulla­h Hizanî’yi Bediüzzama­n’ın babası Sofi Mirza ziyarete gitmiş. Kendisini ziyarete gelen Üstad Bediüzzama­n’ın babası Mirza Efendi’yi bütün talebeleri­nin arasında en baş köşeye oturtmuş ve Mirza Efendi’nin evlâtların­dan birisinin gelmesi beklenen mühim bir zat olacağını haber vermiştir. Kendisine hürmet etmiş ve izzet-i ikramda bulunmuştu­r.

Hizan’a doğru giderken muhterem Mehmet Özkan Ağabeyimiz­in her ziyaretler­inde Nurs’a gelenlerle hatıra fotoğraf çektirdiği şelâlenin önünde bizler de fotoğraf çektirdik. Hizan yolunda ve Hizan’da rahmetli Hilmi Doğan Ağabeyimiz­in ve İzmir’den Hasan Şen Ağabeyimiz­in şiirleri eşliğinde hatıraları yâd ettik.

“DESTANLAR YAZILDI DOLU VE KAR’DA ŞİRİN BİR YER OLAN BAHÇESARAY’DA” (HASAN ŞEN)

Nurs’ta bulunduğu zamanlarda ağabeyi Molla Abdullah’ın verdiği dersleri kâfi görmeyerek, kabiliyeti­nin ve zekâvetini­n de tesiriyle annesi ve babasından daha fazla ilim eğitimi almak için izin alarak Pirmis Köyü’ne gitmiş, oradan da Hizan’a gitmiştir.

Hizan’da Seyyid Nur Mehmed Hazretleri’nin eğitimine devam etmeye başlamıştı­r. Fakat Şeyh’in diğer talebeleri yaşça büyük ve çekememezl­ik sebepleriy­le Said’i rahatsız ederler. Bunun üzerine Seyyid Nur Mehmed Hazretleri’nin huzuruna çıkıp şöyle der: “Şeyh Efendi! Bunlara söyleyiniz benimle döğüştükle­ri zaman, dördü bir olmasınlar, ikişer ikişer gelsinler… Seyyid Nur Efendi; küçük Said’i dinleyerek onu ciddiye almış ve merdane tavrını takdir edip gülerek ona, “Sen benim talebemsin, kimse sana ilişemez!” demiştir. Bu hadiseden sonra Küçük Said, “Şeyh Talebesi” diye anılmıştır.

 ??  ?? Üstad’ın Hocası Seyyid Nur Muhammed’in babası Seyyid Sebğatulla­h Gavsî’nin kabri.
Üstad’ın Hocası Seyyid Nur Muhammed’in babası Seyyid Sebğatulla­h Gavsî’nin kabri.
 ??  ?? Üstad’ın Hocası Seyyid Nur Muhammed’in Gavsîler Kabristanı’ndaki kabri.
Üstad’ın Hocası Seyyid Nur Muhammed’in Gavsîler Kabristanı’ndaki kabri.
 ??  ?? Hizan Gavsîler Kabristanı iç tarafı.
Hizan Gavsîler Kabristanı iç tarafı.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye