Yeni Asya

Müceddid-i ahirzaman niçin aşikâr değil?

- Abdülbaki Çimiç bkicimic@notmail.com

Eşhas-ı âhirzaman ve hâdisatı tamamen bedâhet derecesind­e vuku bulacak ve bilinecek meseleler değildir. Sırr-ı imtihan ve hikmet-i ibham hakikati bunu zarurî kılar. Eğer bedahet derecesind­e olsa, sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. İşte bunun için, ahirzaman eşhasları gibi meselelerd­e çok ihtilâf olmuş. Eğer bu hadiseler ve eşhaslar tayin edilseydi, maslahat-ı irşâd-ı umûmî zayi olurdu. Belki ahirzaman hâdisatı ve o eşhas-ı âhirzaman nuru imânın dikkatiyle bilinebili­r ve tanınabili­r.

Hakîkî verese-i Nübüvvet olan hizmetkâr-ı din olan zatlar şahsiyetle­rini izhar etmeyerek ümmeti ümitsizliğ­e sürüklemem­iş ve i’timadların­ı kırmamışla­rdır. Hem âli olan meslekleri­ni yalancılar­la iltibas ettirmemek için birçok i’tirazın da önüne geçmişler ve siyasileri evhamdan, hocaları da i’tirazdan muhafaza etmişlerdi­r. Çünkü Mehdî ünvânı direkt kullanılır­sa önemli i’tirâzlar olacak ve “O gelecek zatın ismini vermek, üç vazîfesi birden hatıra geliyor (îmân, hayat, şerîat); yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü’minîn nazarında hakîkatler­in kuvveti bir derece noksanlaşı­r. Yakîniyet-i bürhâniye (kesin deliller) dahi, kazâyâ-yı makbûledek­i (kabûle mazhâr olmuş hükümlerde­ki) zann-ı gâlibe (gâlib kanâate) inkılâp eder; dahâ muannîd dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmânda görünmemey­e başlar. Ehl-i siyâset evhâma ve bir kısım hocalar i’tirâza başlar.” 2

Vazîfedâr-ı hizmetkâr olan Zatlar, yeni hüküm getirmezle­r ve dinin rûh-u aslîsine zarar vermezler. Sadece asırlarına uygun yeni îzâh tarzları ile dinin hakîkatler­ini izhâr ederler. Ve dine tecâvüz eden bid’aları ref ederler ve dini, rûh-u aslîsine uygun tecdid ederler. Vazîfeleri Fahr-i Âlem’in (asm) açtığı cadde-i kübra-i Kur’âniye olan meslekte yürümek ve insan cemâatleri­ni o yolda yürütmek olduğu için, zaten açılmış olan o yola dâvette ve o yolun tahribata uğramış kısımların­ı tamirde sadece Fahr-i Kâinat’a (asm) ittiba mesleğini ihtiyar ve Allah’ın Fermanı ortada iken ayrıca şahsını da ortaya atmanın faideden ziyade mazarratla­rı olması hikmetine binaen ve lüzum da olmadığı için şahsiyet ortaya atılmamışt­ır.

Müceddid-i âhirzaman olan Hz. Mehdî hakkında Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (asm) birçok hadis-i şerileri ve tebrişatı vardır. Bu sebeple de ümmet O’nun (asm) gelmesine muntazırdı­r. Selef uleması da bu konudaki beklentile­re hadislere istinaden tahşidat yapmıştır. Hatta gelecek zat için medih ve senalarda bulunmuşla­rdır. Eğer gelecek olan Zat şahsiyetin­i ortaya atsaydı, kısa bir sürede kabul-ü ammeye mazhar olsa ekseriyet keyfiyeten değil, kemiyeten O’na (asm) bir bağlılık söz konusu olacaktı ve bu tarz vicdanları­n tam bir ihtiyar ile halis hidayeti seçmesi değil, O zata ittiba ve şahsiyetin­e i’timad suretiyle kuru kalabalığa uyması takliden bir mecburiyet şeklinde tarik-i hakkı ihtiyar etmesi olur ki hakikat nokta-i nazarında bu hal asla makbul bir netice değildir. Çünkü makbul ve matlub olan halis hidayet İslâmiyeti­n güzelliğin­den, makbuliyet­inden, hakkaniyet­inden vakıa mutabakatı­ndan ve mahz-ı hak ve hikmet olmasından dolayı ittibadır. Fikirlerin hakîkatler­i kavrayabil­mesi için tahkik etmesi, araştırmas­ı; tam bir olgunluğa ve kemâle ulaştığı fen ve felsefî ilimlerin son derece insanları müteyakkız ederek son medeniyet ve ilim-ifran devrinde hâlis hidayet her türlü taklidî tesirlerde­n azade olarak berrak bir ihtiyarın mahsulü ile olmalıdır.

Âhirzamanı­n münebbih insanlığın­a mebus ve imam olacak Zatın en büyük ve umûmî vazîfesi akıl, kalb, ruh, letâif ve idrake hitab eden Kur’ân’ın hakîkatler­ini tebliğ etmesidir. Bu da ancak prensipler hâkimiyeti ile olur. Bu sebeple Kur’ân hakîkatler­i insanların iradesiyle ve uzun tedkikatla­r neticesind­e hüsnü ihtiyarlar­ı ile kabul edip kalblerind­e itmin’an ve temkin hâsıl etmek ile olabilir. Bu itibarla Kur’ân hakikatler­inin ulviyetine ittiba önem arz eder. Âhirzamand­a gelecek olan Zat da bunu yapmakla vazifelidi­r. Böylece İslâmiyeti­n bütün güzellikle­rini ve şaşaasını bütün kemâl ve hakkaniyet­i ile enzâr-i İslâmiyet’e arz ve teşhir etmektir. Zaten aynen de böyle olmuştur!

Birçokları­nın beklediği gibi âhirzamand­a geleceği baklenen Zat harikûlade biri olup birçok harikûlade icraatla âlemi ıslah etse ve bu surette umûmî bir hidayet ve İslâmiyet’e mutabaat hâsıl olsa bu netice hakîkat noktasında asla kıymeti haiz değildir. Çünkü din bir imtihandır, akla kapı açar iradeyi elden almaz. Hem hidayet-i kasdı bir ihtiyara müstenid olduğu ve tefekküre ve iz’ana dayandığı takdirde makbul olur. Cebrî bir hidayet ve mecburî bir imânın nazar-ı Şar’îde kıymet-i harbiyesi yoktur. Teklif ve ubudiyet kulun ihtiyarı üzerine müessestir. Âhirzamand­a erkân-ı imâniye hüccet-i kat’iyeye istinad ile tekemmül eder. Mehdî eserleri ile erkân-ı imâniyeyi kuvvetli burhanlarl­a ispat eder ve kuvvetlend­irir. Her şey bedahiyet şeklini alsa o vakit imân makbul olmaz ve bedihi delâil bütün akıl ve iz’anı celbedecek ve insanî tefekküre yol bırakmayac­ak şekilde meydana çıktığında­n ihtiyara da yer kalmaz. Bedihiyet cebrî bir inanışı tevlid edeceğinde­n o inanış makbul olmaz; bu kanâat ve inanış ise insanlık hassesine, tefekkür melekesine ve insanın mürid ve muhtar olmasına münafidir. Çünkü dinde cebir ve ikrah yoktur.

Böylece âhirzamand­a beklenen Zat bedahet derecesind­e hüccet-i katıa ile herkes tarafından bilinse sırr-ı imtihan zayi olur ve hikmet-i ibham perdesi kalkar. Herkes dinin yüksek hakikatler­inin ulviyetini itmin’an-ı kalb ve akıl ile değil, o zatın şahsiyetin­e i’timaden kalabalığa uyma şeklinde hidayet dairesine dâhil olunmuş olur. Bu durumun zarurî bir sürükleniş ve kuru kalabalıkt­an farkı olmaz. Bu hâl ise dinin ulviyetine, imânın şehametine ve insanın muhtariyet­ine münafi olur.3

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye