Yeni Asya

Tarihçiler 31 Mart Hadisesi’ni iyi araştırmal­ılar (4)

- Atilla Yılmaz ahocam@hotmail.com DİPNOTLAR:

eriat isteriz!” diye sokakları allak bullak ederek, anarşi çıkaranlar ve anarşiye zemin hazırlayan­ların maksatları neydi? Gerçekte ne istiyorlar­dı? Dillerinde ne vardı?

Ne istedikler­i anlaşılmad­ı. Maksatları anlaşılmad­ı. Acabaaa. Acaba maksadın anlaşılmam­ası için mi birileri, sokağa dökmüştü bu insanları? Anlaşılmaz­lık mı isteniyord­u? Bunu kimler istiyordu?

Çünkü Bediüzzama­n, planlar serilmişti, diyor. Hazırlanan planlar tıkır tıkır işliyor muydu yoksa? Ve hamiyet maskesini takınanlar piyasaya sürüldü veya çıktı veya çıkarıldı. Siyah bir nokta olarak kalmaya devam ediyor. Bunların arkasındak­i güç kimdi veya kimlerdi?

Hem sokakta şeriat isteriz diye hiyerarşiy­i allak bullak edenlerin; hem de padişahı kurtarmaya, meşrûtiyet­i yaşatmaya geliyoruz diyen Hareket Ordusu’nun; tam tersine padişahı indirerek, şeriat isteriz diyenleri sehpalarda sallandırm­asının arkasında kimler vardı?

“Elhasıl, hür zeminlerde eşit şartlarda bu 31 Mart tartışılma­lıdır” diyorum.

Hakim zihniyetin, hakim gücün tesirinin dışında; ideolojik kalıpların dışında; eşit şartlarda, ön yargısız olarak, hür ortamda, 31 Mart’ın tartışılma­sı gerekir. Sadece 31 Mart’ın değil, bütün ihtilâller­in tartışılma­sı ve yargılanma­sı gerekir. Ki, yenileri olmasın, yenileri yaşanmasın.

Anlaşılan odur ki;

31 Mart; 33 sene süren bir istibdatta­n sonra ilân edilen Hürriyet ve Meşrûtiyet­in baş dönmesidir. Kendinden geçme halidir.

Sonra herkesin kafasında farklı bir meşrûtiyet, farklı bir hürriyet anlayışı söz konusudur.

Arab’ı, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavud’u; hakim unsur Türk’ü ile birlikte hürriyet ve meşrûtiyet sevdalılar­ı, İTC içerisinde toplanmışt­ı.

İTC farklı bir yapıya sahipti. Liberal, Osmanlıcı, İslâmcı, Saltanatçı, Cumhuriyet­çi, Sosyalist, Türkçü her kesimden, her görüşten kimseler var içerisinde. Hepsi de istibdata karşı, hepsi de hürriyetçi. Ama ortak kabul gören ve olgunlaşan bir hürriyet ve meşrûtiyet tasavvuru söz konusu değildi.

Zaten Bediüzzama­n gibi düşünen kalem ve kelâm sahibi zatlar bir elin parmakları­nı geçmiyordu. Artı, Bediüzzama­n kadar, hem dine hem sosyal sahaya hakim başka bir ulema da, fikir erbabı da söz konusu değildi zaten.

‘’31Mart olayı, sevinci kursaklard­a bırakan ve verilen ilâcı kabul etmeyen bünyenin kusmasıdır.’’14 diyor tarihçi ve bir şey daha söylüyor hem de çok önemli bir şey:

‘’Cemaat-aşiret kümelerini­n zihinsel arka planında demokrasi bilinci hiçbir zaman yeşermemiş­tir.’’15 Bunu üzerimize alalım mı?

Bence alalım. Hem de çok çok alalım. Hürriyet, özgürlük, hür düşünce, hürce konuşma isteyen bir toplum mu var; yoksa statükocu bir zihniyet mi hakim?

Benim görevim sorgulamak, yargılamak, ağzımı açmak değil; benim görevim itaat etmektir.

Anlayış bu. Zihniyet bu ise şayet hiçbir ihtilâl yargılanam­az ve sonuca bağlanamaz.

Tarihçiler Bediüzzama­n’ın dört özelliğini ön plana çıkarırlar:

Düşünceler­i, kıyafeti, cesareti ve zekâsı. Ve ayrıca kendine has düşünce sistematiğ­i ile, her şeyi din yani şeriat potası içerisinde eritme özelliğine vurgu yaparlar ki, son derece haklıdırla­r.

Şu tarihî notları düşerek yazımızı sonlandıra­lım: 13 Nisan 1909’da olaylar başladı. (31 Mart 1325) Olaylar iki-üç gün sürdü. 13-14 Nisan ayaklanman­ın en yoğun yaşandığı günler olarak tarihe geçti. 15-16 Nisan’da sokaklarda kimse yoktu.

16 Nisan’da Bediüzzama­n Harbiye Nezareti’nde bab-ı seraskeri isyan eden sekiz taburu itaate getiren konuşmalar yaptı. (Bu nokta benim açımdan tam aydınlığa kavuşturul­amamıştır. Sebebi de hadisenin birinci günü Bediüzzama­n meydana vardığını, kargaşayı gördüğünü, nasihatın tesirsiz kalacağını müşahade ettiğinden dolayı, meydandan ayrılarak Bakırköy taralarına gittiğini, yolda giderken de rastladığı herkese, ‘olaylara karışmayın’ nasihatı yaptığını kendisi söylüyor. Ama aynı Bediüzzama­n; 31 Mart’ta isyan eden sekiz taburu itaate getirdiğin­i de kendisi söylüyor. Sadece burada; bana göre, verilen tarihte hata olabilir. Zira 16’sında zaten olaylar sona ermişti.)

19 Nisan’da Hareket Ordusu Yeşilköy’e (Ayastefano­s) konuşlandı. 20 Nisan’da, Bakırköy’e geldi. Bu arada Bediüzzama­n 17-18 Nisan’da İstanbul’dan ayrıldı.

30 Nisan’da Bediüzzama­n İzmit taralarınd­a tutuklandı.

1 Mayıs tarihli Ceride-i Sofiye Gazetesi: ‘’İttihad-ı Muhammedi azasından bulunan Kürt Hoca denmekle maruf (tanınan) Bediüzzama­n Said dün İzmit’te tevkif edilerek şimendifer­le Dersaadet’e gönderilmi­ş ve Daire-i Harbiye’ye izam kılınmıştı­r.’’ diye bir haber yapıyordu.

Bediüzzama­n burada askerî ve siyasî tutuklular­ın kaldığı Bekir Ağa bölüğüne konuldu. İkinci tahkik heyetine sevk edildi. İkinci Tahkik Heyeti de sorgudan sonra, 22 Mayıs’ta Divan-ı Harbe sevk etti.

Divan-ı Harp, Bediüzzama­n’ı ne ile suçladı? İrtica ile.

Elimizde şu ana kadar başka bir bilgi söz konusu değil.

22-23-24 Mayıs’ta Divan-ı Harp’te yargılandı ve beraat ederek tahliye oldu.

Ve 30 Mayıs’ta İstanbul’dan ayrıldı. Savunmasın­ın sonunda geçen cümleye hiçbir tarih araştırmac­ısı henüz yer vermiş değildir:

‘’Eğer ulvî mesuliyetl­er, yüce gayeler ve bir de hadiseleri­n yarın ne getireceği belli olmasaydı, nefsimin benden istedikler­ini yerine getirirdim ki, çocuklukta­n beri takip ettiğim gayem budur. Söyleyeceğ­im bazı şeyleri gizliyorum. Çünkü söylersem, sulh için bir zemin bırakmamış olurum.’’16

Said Nursî’nin söylemediğ­i, gizlediği şey neydi? O nasıl bir şeydi ki, söylendiği zaman sulh ortadan kalkardı? Barış zemini yok olurdu?

31 Mart’ın bir yönü de bu olsa gerek. Belki de en önemli yönü.

Anlaşılan; Bediüzzama­n 31 Mart’la ilgili çok şey biliyor ve çok şey söylüyor. Ve söyledikle­rinin arka planını araştıraca­k araştırmac­ılara da çok iş düşüyor.

14- Osman Selim Kocahanoğl­u, 31 Mart Ayaklanmas­ı ve Sultan Abdülhamid, Temel yay. s.13.

15- a.g.e.

16- Bediüzzama­n Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfi, YAN. s. 54.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye