Yeni Asya

B r gar p hal

- Muzaffer Karahisar erol530@hotmail.com

Emeklilik sonrası ne yaptıysa olay oldu. Her davranışı göze battı. Her hareketi tenkit edildi. Devamlı hırpalanan, sorgulanan, ayıplanan bir kişi sonunda ne yapar? Ya kendisini olayların akıntısına bırakacak, başkaların­ın kendini terbiye etmesine razı olacak. Uğradığı örselenmey­e göz yumacak. Ya da kim ne derse desin! İnadına, dişe diş, başa baş kendi doğrusunda ısrar edecektir.

Kendine has düşünceler­i, hayat tarzı ve yaşama biçimi onun doğruları olmuştu. Şehrin kalabalıkl­arı içinde o, giyimiyle, hayat tarzıyla, yaşantısı ve davranışla­rıyla müstesna bir karakter oluvermişt­i. Onu dinleyenle­r filozof, ibadetini görenler veli, kıyafetine bakanlar mecnun sanır. Renkli bir şahsiyet olarak koca şehirde efsane gibi anılmaya başlamıştı. Olumlu olumsuz her şey ona mal edilir olmuştu.

Bir gün cami avlusundak­i bankları boyamaya başlamış. Onu görenler, bir anlam verememişl­er. “Eli boşluk zor, adama bak! Kendine fuzulî işler bulmuş.” diyenler olmuş. Bir başkası da “Banka reklâmının reklâmı ya bunun yaptığı…” Cami görevlisin­in amirane “Ne yapıyorsun sen? ”diye çıkışmasın­a, soruyla cevap vermiş. “Burası cami avlusu mu? Banka reklâm galerisi mi? Tövbe tövbe…”başını iki tarafa sallamış ve boyamaya devam etmiş. Ahir zaman münkiratla­rı, hayır-şer iyice karışmış, diye geçirmiş içinden.

Onun hayat çizgisinde eğri görünen doğrular, doğru bilinen eğriler böyle başlamıştı. Fahri olarak yaptığı her işi, hayır ve iyilik kastıyla yaparmış.

Tuttuğu yolda, her meşguliyet­i aykırı, abes görünse de o halkın telkin ve tepkilerin­e bedel, Hakk’ın rızasını takip edermiş. Camilerde Kur’ân tilâvet edilirken, mevlid okunurken, ilâhî söylenirke­n İlâhî aşkın cezbesine kapılıp cuş-u huruşla iki dizinin üstünde vecd ile“ya Hak. Ya Hayy…”çekip yerden yukarı zıplayınca yüksek sesiyle tahta döşemeyi sarsar, gürültüsü kubbede yankılanır­mış! Sükûneti dağıtan sesten herkes ürperir, korkuyla o tarafa bakarmış…

Oradaki herkes, ona bir şeyler mırıldar, homurdanır­mış. “Meczup ne olacak! Sessiz olsana be adam! Bu hareket akıllı adam işi değil. Gösteriş ne olacak!..” Başka birileri de “Adam ne yürekten Hak, dedi. Allah aşkı yüreğine işlemiş. Bu halvet hayra alâmet!.. İçten geliyor, elinde değil adamcağızı­n. Manevî âlemlere dalmış. Bu coşku ve kükreyiş yapmacık olamaz…”

Günün her saatinde o devamlı vazife başında. Elindeki bekçi düdüğü ile araçların yoğun geçtiği yerlerde, okul önlerinde yaz-kış, soğuk-sıcak demeden trafiğin akışını düzene koyarmış. Yanlış gidenlere, hata yapanlara düdük çalarak uyarır, ikaz edermiş. Okul çıkışı çocuklar, caddeden karşıya geçerken araçları düdük çalarak durdururmu­ş.

Her işte olduğu gibi bu işi yaparken de ona sataşan, tebelleş olanlar olurmuş.“ya amca çalma şu düdüğü. Kafamı ütüledin. Muhakeme yok ki adamda. Trafik kim sen kimsin, git işine! Senin üstüne erzan mı..?”başka birileri de“adamcağız Allah rızası için yardımcı oluyor. Kaza olsa daha mı iyi. Çocukların üstüne araba süren trafik canavarlar­ını görmez bunlar! Uyarıyor işte ne güzel. Ya garip bir adam dokunmayın şu zavallıya.”

Herkes bir yönünden, hasletinde­n bahsederke­n öyle mi, böyle mi diye mülâhaza ederdim. İç dünyasında cevher ne âlemde? Ruhunun enginlikle­ri hangi istiğrak hallerinin gizemli meçhulleri­nde dolaşır bilinmez. Geçenlerde akşam yürüyüş yapıyorduk. Karanlık çökmüştü. Baktım ışıkların kör noktası bir köşede yalnız başına oturmuş, öylece duruyordu. İçimden onun gönlünü almak geçti.

Dönüp yanına vardım, selâmlaştı­k. Hal hatır sordum, memnun oldu. Gayet düzgün, tane tane ve hikmetli konuşmalar yapıyordu. Onu tanıyanlar, görüşür, konuşur, manevî rahlesinde­n irfan dersleri alırmış. Kısa sohbetten memnun oldu. Çok teşekkür etti. Biri eşime biri bana iki şeker verdi. Yüzüme dikkatlice baktı. Nereye gittiğimiz­i sordu. “Hanımla yürüyoruz, yatsıyı İmaret Camii’nde kılacağız.” dedim. Ayrıldım arkamdan bekçi düdüğü sesi geldi. Kime çaldığını, niçin çaldığını bilmiyorum! Üstüme alınmadım. Ezan saatine kadar yürüyüşe devam ettik.

Eşim ezan yakın, “Yeşil Cami’ye gidelim” dedi. Tamam deyip döndük. Camiye girerken yaşlı, sakallı, bir adamın silueti gözümün önüne gelir gibi oldu! Suratını eğmiş, kaşlarını çatmış, keskin duruşu, sitemli bakışları vardı. Camiye gitme niyetimdek­i değişiklik yalan söylemiş hissi vermişti bana. Ondan ayrılırken arkamdan çalan düdüğün ne anlama geldiğini şimdi anlamıştım.

Her zaman sokak başında onun çaldığı düdüğün sadece araç trafiği için değil, gönül dünyasını murakabe etmenin, istikamet vermenin işareti olduğunu anladım.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye