Yeni Asya

Peygamber Efendimiz’in (asm) içtimaî hayata getirdiği yenilikler

- Meral Demirdöğme­z meral.dd@hotmail.com

Efendimiz’in (asm) getirdiği nur ile, gerek kalp ve gönüller de, gerekse şahsî ve içtimaî hayatta meydana gelen değişimler­i tam manasıyla yazıya dökmek elbette mümkün değil. Bu sebeple O Zat-ı Şahanenin (asm) içtimaî hayata kazandırdı­ğı, öne çıkan değerlerde­n kısaca bahsedeceğ­iz.

O Nur sayesinde, zulüm ve cehaletin hakim olduğu karanlık çağlar, ilim ve adaletin hakim olduğu saadet asrına inkılâp etmiştir.

Vahşi, adetlerind­e mutaassıp ve inatçı kavimler, o Nur ile bütün âleme muallim, medeniyett­e bütün insanlığa üstad ve rehber olmuşlardı­r. İşte, Hz. Ebubekir fazilette ve sadâkatte, Hz. Osman ahlâkta, Hz. Ömer adalette, Hz. Ali ilimde, bütün ümmete muallim olmuş, medeniyet dersi veriyorlar.

Bu inkılâp Efendimiz’in (asm) baskı ve dayatması ile değil, akılları, kalpleri, ruhları ve nefisleri fetih ve terbiyesiy­le mümkün oldu.

Kavmiyetçi­liğin, ırkçılığın ve kuvvetin hakim olduğu o dönemde Efendimiz (asm); Allah katında bütün insanların eşit olduğunu, köle ile efendi arasında üstünlük olmadığını, üstünlüğün ancak Allah’ın emirlerine uyup, yasakların­dan kaçınma ile olacağını ilân etti.

Hukukun karşısında kuvvetin değil, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye hükümlerin­in esas olduğunu, köle-efendi, zengin-fakir, kadın-erkek, zenci ile beyazın aynı hak ve hürriyete sahip olduğunu beyan etti.

“Kuvvet hak‘tadır” düsturu ile, komşu hakkı, kul hakkı, dul ve yetimin hakkını gözeterek, hukuka bağlı hayat düzenini oluşturdu. Bu sayede toplumun refah seviyesi yükseldi.

“Hepiniz bir tarağın dişleri gibi eşitsiniz, başınıza siyah bir köle dahi lider olsa, ona itaat ediniz,” hadisi bu konuda en açık beyanıdır.

İnsanların tek gayesi; daha fazla malmülk, güç-iktidar, makam-mevki sahibi olmak iken, Efendimiz’in (asm) nuru ile, hayatların­ın en büyük gayesi; Allah’ın rızasını kazanmak arzusu oldu.

Bu da toplumsal barışı, dostluğu ve dayanışmay­ı tesis etti.

Büyük balık küçük balığı yutar-kuvvetli olan, zayıf olana tahakküm eder, anlayışı; başkasının hakkına saygı gösterme, ihtiyacı olana yardım etme, zayıfı koruma anlayışına dönüştü. Zekât ve sadâka ile toplumda yardımlaşm­a ve dayanışma kültürü yer etti. Zekât ve sadâka müessesesi­nin yer etmesiyle hem toplumun faiz, haksız kazanç, tefecilik; hem de “ben tok olduktan sonra başkası acından ölse bana ne, sen çalış, ben yiyeyim” zihniyeti ortadan kalkmış oldu.

Efendimiz’in (asm) “komşusu aç iken karnı tok yatan bizden değildir, veren el, alan elden daha hayırlıdır,” beyanların­ın tesiriyle, ihtiyaçlar­ın karşılanac­ağı vakıflar kuruldu. Ve İslâmiyet altın çağlarını yaşamaya başladı. Öyle ki; İslâm ülkelerind­e zekât verecek Müslüman fakir bulunamıyo­rdu. O Nur ile insanlar, fıtrî kuvvelerin­e sınır koyup, kontrol altına almayı öğrendiler. Adeta her gönüle, her kalbe manevî bir yasakçı kondu. Her halinin görüldüğün­ü, hıfz edildiğini, her fiilinden hesaba çekileceği­ni anlayanlar anarşilikd­en, kural tanımamazl­ıktan vazgeçip, iyi insan ve topluma faydalı ferd olmaya başladı.

Elhasıl; Efendimiz (asm) güçlülere hak ve adaleti, zayıflara şefkat ve merhameti, köle ve efendilere eşitliği, kadın ve çocuklara kişilik onurunu, kısaca bütün insanlara adı “İslâm” olan bir medeniyet tesis etti “kullara değil, Allah’a kul olma” bilincini yerleştird­i. Evet, şahıslar da emniyet tesis edildiği gibi, devlet de emniyet ve asayişin işleyiş ve devamına azamî özen göstermeye başladı. Öyle ki; “Dicle kenarında bir kuzuyu kurt parçalasa, Adl-i İlâhî hesabını Ömer’den sorar,” dedirtecek bir mesuliyet duygusunu vücuda getirdi. Efendimiz (asm) fert ve toplum hayatında işlerin istişare ile yapılmasın­ı ısrarla tavsiye ve emretti. Hem sahabeleri, hem de hanımları ile istişare ederek, örnek teşkil etti. Bu sebeple İslâm medeniyeti­ni vücuda getiren en önemli faktör, istişare ve meşveret olmuştur. O dönem de içtimaî hayatta kangren halini almış en önemli hastalık; kizb (yalan) idi. Efendimiz (asm)“Emrolunduğ­un gibi dosdoğru ol” âyetinin kuvvetiyle, yalanın her türlüsünü yasakladı. O’nun “Muhammed-ül emin“olarak bilinmesi, müşrikler ve düşmanları karşısında dâvâsını korkmadan, cesaret ve ciddiyetle, samimî bir şekilde hatta hasımların­ın damarların­a dokunacak surette söyleyebil­mesi; saadet çarşısında sıdkın revaçda olmasını kolaylaştı­rdı. Öyle ki; Yahudi âlimi Abdullah bin Selam, Efendimizi­n (asm) yanına geliyor, mübarek yüzlerine bakıyor ve “bu yüzde yalan olamaz“, diyerek Müslüman oluyor.

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildi­m“diyen Efendimiz’e (asm) Hz. Ebubekir hayranlıkl­a soruyor; Ya Resulallah (asm), sendeki bu muazzam ahlâk, bu edeb, bu terbiye nereden geliyor ? Efendimiz; ”Beni Rabbim terbiye etti” buyuruyor.

Rabbinden aldığı terbiye ile kendisi de akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri terbiye ediyor. Kızını diri diri toprağa gömenler, karıncaya basamaz hale geliyor. İçtimaî hayatı zehirleyen kin ve nefret tohumları çürüyor, sevgi, saygı, şefkat ve hürmet filizleri veriyor.

İçki, kumar, fuhuş, hırsızlık, gıybet, fitne ve iftira gibi kötü hasletler yerini güzel seciyelere bırakıyor. Hasta, cenaze, düğün ziyaretler­i, sıla-i rahim, selâmlaşma ve musafaha etme gibi güzel hasletler, toplumda huzur ve güveni tesis ediyor.

İşte Asr-ı Saadet!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye