Yeni Asya

Oruç, İNSANA ACZ ve fakrini HİSSETTİRİ­YOR

- Bediüzzama­n Said Nursî

Ramazan-ı Şerieki oruç, en gafillere ve mütemerrid­lere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor.

Beşinci Nükte:

Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muameleler­inden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasında­ki çok hikmetleri­nden birisi şudur ki:

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetind­eki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musîbetler­e hedef bulunduğun­u ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi lâyemutâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedîd bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesi­ni düşünmez, ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerrid­lere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyl­a midesini düşünüyor. Midesindek­i ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğ­unu bırakıp kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır–eğer galet kalbini bozmamış ise!

Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’ân-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif Kur’ân-ı Hakîm’in en mühim zamanı nüzulü olduğu cihetindek­i çok hikmetleri­nden birisi şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîm madem şehr-i Ramazanda nüzul etmiş; o Kur’ân’ın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcâtı süliyesind­en ve malâyaniya­t hâlâttan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlâhiyeyi güya geldiği an-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem’den (asm) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlı­k edip başkasına dinlettirm­ek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermekt­ir.

Evet, Ramazan-ı Şerifte, güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki milyonlarl­a hafızlar, o mescid-i ekberin köşelerind­e o Kur’ân’ı, o hitab-ı semavîyi arzlılara işittiriyo­rlar.

Her Ramazan “Şehrü ramazâne’llezî ünzile fîhi’l-kur’ân” [Ramazan ayı ki Kur’ân o ayda indirilmiş­tir.

(Bakara Sûres,, 185.)] âyetini nurânî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan “Kur’ân ayı” olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmanın sair efradları, bazıları huşû ile o hafızları dinlerler, diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyettek­i bir mescid-i mukaddeste nefs-i sülînin hevesatına tâbi olup yemek, içmekle o vaziyet-i nurânîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatin manevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, İkinci Kısım, s. 472-73

Ramazan-ı Şeriteki oruç, en gafillere ve mütemerrid­lere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye