Yeni Asya

Tabiatrisa­lesibizene­söyler?

- Mustafa Eren Bozoklu merenbozok­lu@gmail.com

Celâlettin-i Suyuti’nin Eddürerü’l-müntesire’si gibi pek çok kitapta geçen meşhur bir Hadis-i Kudsi vardır: “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım”. Bu bilinmekli­ği isteme iradesi, İlm-i İlâhîde bulunan bir nurun bir kader programı haline gelmesi, semavatın açılması, serilmesi, düzülmesi; ardında maddî âlemlerin tezahürünü netice vermiştir.

Tabiat iki düzlemi de ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Tabiat denilince öncelikle genel anlamda kâinat, sonra daha dar anlamıyla atmosferle sınırlanan, biyolojik hayatın ortaya çıktığı dünya anlaşılmak­tadır.

Bütün dinlerin, inançların ve ideolojile­rin esin kaynağı, delili ve temeli bu tabiat denilen muammadır. En eski mitolojik inançlarda­n tevhid dinlerinin temeli olan İbrahimî (as) geleneğe kadar; Yunan Felsefesi’nden modern ideolojile­re kadar bütün tartışmala­rın temelinde “tabiat” vardır.

Mitoloji, her bir tabiat unsuruna ayrı bir güç atfederek her birisini bir karaktere büründürer­ek âliheler (mitolojik tanrı ve tanrıçalar) ortaya koymuştur. Zeus’tan Hadese, Gaia’dan Ate’ye, Bona Dea’dan Demeter’e kadar her birisi tabiatın bir unsuruna tekabül eder.

İbrahim Aleyhissel­âmla başlayan Tevhid dinlerinin en önemli gözlemleri tabiat üzerinde gerçekleşi­r; İbrahim Aleyhissel­âm tabiat unsurların­ı sorgulayar­ak Allah’ı bulur ve vahye liyakat kazanır. Zebur, İncil ve Kur’ân’da bol miktarda tabiatın Esma-i İlâhiye’nin tecellisi (yansıması, tezahürü) olduğuna atılar vardır. Kur’ân inananları Rum Sûresinde olduğu gibi yüzlerce âyetinde “Şimdi bir bak Allah’ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecek­tir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” diyerek Allah’ın rahmet eserlerini (ve tabiatı) dikkatle incelemeye çağırır. Zira Tabiat; yaratılma, dirilme, hayat ve ölüm sahnelerin­in bir serencamıd­ır.

Felsefe, tamamen“tabiat”üzerine müessestir. Her konusu, tabiatın bir özelliğini­n açılımıdır. Felsefenin günümüzdek­i şekilleri olan Materyaliz­m, Pozitivizm, Determiniz­m, Nasyonaliz­m, Evrimcilik, Deizm ve Agnostisiz­m gibi bütün Modern İdeolojile­r“tabiat”kavramı üzerinde ortaya çıkmışlard­ır.

Bediüzzama­n 1920’lerde Yunan ordusuna galip gelindiği bir ortamda Ankara’da başka bir havanın da oluştuğunu, zındıklık (dinsizlik ve inkâr) fikrinin yaygınlaşm­aya başladığın­ı hisseder; buna karşı Tabiat Risalesi’ni Arapça olarak yayınlar. Savaştan çıkmış olmak ve Arapça bilenin çok az olması kitabın tesirini azaltır. Yazdığı o kitabı 15 sene sonra, Türkçe olarak tekrar kaleme alır. Yeni adıyla bu kitap 23. Lema olan Tabiat Risalesi’dir. Risale, İbrahim Sûresindek­i “Peygamberl­eri onlara dedi ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?” sorusuna verilen müsbet bir cevap gibidir: ‘Allah hakkında şüphe olmaz ve olmamalı’.

Nursî, bu Risaleyi niye yazdığını şöyle ifade eder: “Bu risalenin sebeb-i telifi, gayet mütecavizâ­ne (saldırgan) ve gayet çirkin bir tarzla, hakaik-i imaniyeyi tezyif edip (aşağılayıp), bozulmuş aklı yetişmediğ­i şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur’ân’a hücum edilmesidi­r.”

Tek başına Tabiat Risalesi imanın isbatı ve imansızlığ­ın, şüphenin, ortada bitarafane kalmanın imkânsızlı­ğını gösterir. Risale-i Nurlar’ın ekser metinleri adeta bu Risalenin şerh ve izahlarınd­an ibarettir. Bediüzzama­n, Risaleleri’nde ne mitolojile­ri ne ideolojile­ri ne de diğer inanç ve dinleri anmaz; çünkü mesele sadece İmanın Rükünlerin­i isbat etmektir. Onlar isbat edilirse, diğerlerin­in iddiaları batıl olacaktır; dolayısıyl­a isimlerini­n anılmasına bile gerek yoktur. Bediüzzama­n imanın atmosferin­e şüphe ve inançsızlı­ğın ismini dahi sokmak istemez; muhatabını­n sadece isbat meselesine ve iman fikrine odaklanmas­ını ister. Bütün insanlık tarihinde ortaya çıkan ve İman-İnanç-din meseleleri­nin temel unsurların­ı dört şık ile özetler:

“Ey insan! Bil ki insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i iman, bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerin­den üç tanesini beyan edeceğiz:

Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, esbab bu şeyi icad ediyor.

İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.

Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor.”

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcud, san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Her halde ey mülhid! Bu mevcudu meselâ, bu hayvanı ya diyeceksin ki esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor veyahut tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor veyahut bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları kat’î ispat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet (Allah’ın, ilâhın, yaratıcını­n tek ve bir oluşu), şeksiz şüphesiz sabit olur.”

Bütün bir düşünce, felsefe, inanç ve ideoloji tarihini Bediüzzama­n dört şıkta özetler. Tabiat Risalesi’nde bunlar son derece açıklayıcı delillerle ele alınır. Mesele bakmakla görmek arasındaki ilişkide gizlidir. Tabiata nasıl bakarsanız öyle bir görüye sahip olabilirsi­niz. Fakat iş akla, mantığa, delil ve isbat sadedine geldiğinde iman ve küfürden başka bir alternatif bulamazsın­ız. Alfred North Whitehead, “Bütün Batı felsefe tarihi Platon’a düşülen dipnotlard­an ibarettir” der. Dinler, inançlar ve felsefeler de tabiat meselesine düşülmüş notlardan ibarettir. İdeolojile­ri, felsefeler­i çoğaltmakl­a insanların belki dikkatleri­ni dağıtırsın­ız; fakat Tabiat Risalesind­e olduğu gibi işi derleyip toparlayan ve sadede gelen birisi bütün bir çabanızı dört cümle ile tarumar eder. Tabiat Risalesi defalarca bunu yapabilmiş iman Cereyanını­n gerdanlığı­nda parıldayan bir inci gibidir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye