Yeni Asya

israf, şükre zıttır

- Bediüzzama­n Said Nursî

Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilind­e şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır

Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilind­e şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır.

On Dokuzuncu Lem’a İktisad Risalesi

İktisad ve kanaate, israf ve tebzire dairdir.

“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” (A’raf Sûres : 31.)

Şu âyet-i kerîme, iktisada kat’î emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Şu meselede Yedi Nükte var.

BİRİNCİ NÜKTE:

Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilind­e şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftı­r. İktisad ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

Evet, iktisad hem bir şükr-ü manevî, hem nimetlerde­ki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevî dilencilik zilletinde­n kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesi­ne ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerde­ki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.

İKİNCİ NÜKTE:

Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, a’sab ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zaika ile merkez-i vücuddaki mide ile bir medar-ı muhaberele­ridir ki ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazen de bedene menfaati olmamakla beraber zararlı ve acı ise hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.

İşte madem ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcil­eri saray dahiline sokmasın.

İşte bu sırra binaen şimdi iki lokma farz ediyoruz: Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsâvîdirl­er. Boğazdan geçtikten sonra ceset beslemesin­de yine müsâvîdirl­er. Belki bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız ağızdaki kuvve-i zaikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

Şimdi saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. “Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.

İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfîk-ı harekettir; kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-i hakikîyi kaybeder. Tenevvü-i et’imeden gelen sun’î bir iştiha-i kâzibe ile yedirir, hazımsızlı­ğa sebebiyet verir, hasta eder. Lem’alar, s. 250-51

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye