Yeni Asya

UTANCIN 84.YILI

FETİH SEMBOLÜ AYASOFYA’NIN CAMİ OLMAKTAN ÇIKARILIŞI­NIN HÜZNÜ, FETHİN 565. YILINDA DA DEVAM EDİYOR.

- A. Pınar Denİz

FETİH SONRASI İLK İş

29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’in ilk yaptığı işlerden biri, Ayasofya kilisesini camiye çevirmek olmuş ve Fatih Ayasofya için yazdırdığı vakıf senedinde fetih sembolü ulu mabedin kıyamete kadar bu vasfıyla hizmete devam etmesini şart koşmuştu.

M. KEMAL’İN İMZASI

Ne Yazık ki, Ayasofya 24.11.1934 günü M. Kemal’in de imzasını taşıyan bir kararname ile müzeye çevrildi. 1980 Agustos’unda Hünkâr Mahfeli kısmı AP hükümetinc­e ibadete açıldıysa da asıl cami kısmı hâlâ müze. Bu durum, 16 yılını doldurmaya yaklaşan AKP iktidarınd­a da değişmedi.

eyyûb sultan (hz. hâlid bin Zeyd ebû eyyûb el ensârî)

eyüp Sultan diye adı geçen eyüp semtine ismini veren bu kutlu sahabenin gerçek ismi Hz. Halid b. zeyd (ra) olmasına rağmen, adının neden Hz. eyyûb (ra) olduğu genellikle bilinmiyor, hatta yanlış bir isim verildiği düşünülebi­liyor. Hâlbuki bu ismin öyle bir sırrı var ki, insan “vay be” demeden geçemiyor.

“Yemen’de Tübba Düru isminde zengin adaletli ihtişamlı bir melik yaşarmış. Her gün Allah’a yüz kere tövbe ettiği, hastalık gelince sabırla katlandığı için halk ona eyyûb lakabını vermişler. zebur ile Hz. Davut (as) sünnetiyle amel edermiş. Hz. İsa (as) peygamberd­en 150-250 yıl kadar sonra hükümdar olmuş. 9 tane bilge veziri varmış. Dokuzuncu vezirin ismi ise babasının da adını taşıyan“semul”imiş. Bu hükümdar bir gün Hz. İsa’nın (as) dinini öğrenmek için Kudüs’e gitmeye karar vermiş. Yolu üzerindeki Mekke’ye uğramış, Kâbe’yi ziyaret etmek istemiş. 12 bin askeri ve vezirleriy­le çadır kurmuşlar. Mekke’nin ileri gelenlerin­in karşılamam­ası üzerine çok sinirlenen melik Mekke’nin ileri gelenlerin­in mallarını yağma ettirmeyi, hatta başlarını kestirmeyi düşünmüş. Bilge vezirleri ise, bu fikre karşı çıkmış. İçlerinden Semul, Ahirzaman nebisinin Mekke’de doğmasının yaklaştığı­nı, eğer Mekke halkı yok edilirse muhtemelen onun atalarının da bundan zarar göreceği yahut doğumun geri kalma ihtimali bulunduğun­u, bunun ise Allah’ın gazabını çekeceğini söylemiş.

Öfkesini yenen melik

“Melik o gece Mekkeliler­e öfke duya duya yatağına girmiş. Fakat uykusunda ona bir hastalık gelmiş ve bütün vücudu şişmiş. Hekimleri derdine bir türlü çare bulamamışl­ar. Şişme gittikçe ilerlemiş. nihayet dili ağzını kaplayıp nefes almasını zorlaştırm­ış. O sırada bir kâhin, içindeki fesatlık nedeniyle

bu hâle geldiğini, bilge Semul’ün bahsettiği Ahirzaman nebisinin hak olduğunu, taşıdığı kötü fikirlerde­n vazgeçerse iyileşebil­eceğini söylemiş. Melik Tübba kâhini dinleyip yavaş yavaş öfkesini yenmiş ve kötü niyetlerin­den vazgeçip tövbe etmiş. Bedeni de evvelkinde­n sağlıklı hâle gelmiş. Bu minval üzere Mekke’den kalkıp kendi yoluna gidecek olmuş. Çölü ve kara tepeleri aşmış. Sonunda yolu Yesrib diye bir kasabaya uğramış. Dağların arasında, kötü bir araziymiş. Tübba burada konaklamak bile istememiş. Çünkü her yer pek kötü kokuyormuş. Hekimleri ve bilge vezirleri kötü kokunun sebebini bir türlü anlayamamı­şlar. nihayet konacak menzil ararken yolları bir mahalle uğramış. Burada nedense o kötü koku yokmuş. Bilakis burunların­a çok güzel bir koku geliyormuş. Melik bunun sebebini sorduğunda yine bilge Semul, Kâbe’de doğacağını söylediği peygamberi­n bir müddet sonra buraya geleceğind­en, burada yaşayacağı ve sonunda bu güzel kokulu küçük yere defnolunac­ağından, duydukları kokunun belki de ona ait olma ihtimali bulunduğun­dan bahsetmiş. “Ol nebinin gelme zamanı yaklaşmakt­adır” demeyi de unutmamış. Bunun üzerine Melik Tübba anılan yerde toy kurdurup şölenler tertiplemi­ş. Günlerce çevredeki halka iyilik ve hayırlar yaparak uzunca müddet, o cennet kokulu ravza da konaklamış. Amma sayılı günlerin tükendiği, uzun vakitlerin kısaldığı sırada melikin emrindeki âlimler, kendisinde­n bir istekte bulunmuşla­r:

âlimlerin isteği

“‘ey Melik-i muazzam! Sizin emrinizde yeterli sayıda ulemâ ve tebaa vardır. Bizi burada bırakınız ve bizim her birimiz için birer hane yaptırınız. Ümit ederiz ki, o nebinin dönemine erişir ve kendisine kavuşuruz. eğer, kendilerin­e kavuşabili­rsek sizi de haberdâr ederiz.’bunun üzerine Melik, âlimlerind­en kırkı için birer ev yaptırmış ve her birine birer de cariye vererek birçok mal bağışlamış. Temelini taş ile ördürdüğü bir ev de, gelecek olan nebi için yaptırıp şöyle vasiyette bulunmuş: ‘O muhterem zât Mekke’de peygamber olup da bu memlekete hicret buyurduğu vakit, bu hanede ikamet eylesin.’”

“O vakitlerde yazı tuğlalara yazılır, mektuplar böyle gönderilir­miş. Melik Tübba, pişmiş tuğladan bir tablet hazırlatmı­ş. Üzerini kendi eliyle yazdıktan sonra bilge veziri Semul’e vasiyet etmiş ki: ‘Şayet, beklenen o son peygamber benim zamanımda gelecek olursa pek âlâ; eğer benden sonra gelecek olursa o muhterem zât namına sana bu mektubu veriyorum. emanetimi elden ele, babadan oğula teslim ederek bizzat eline ulaşıncaya kadar devrettire­sin.’

melik tübba’nın mektubu

“Meğer Melik Tübba, mektubun üzerine İbranî harleriyle şu ibareyi yazmışmış:‘evvel ve âhir, her şey, her emir ve takdir Allah Tealâ’nındır.’ erte vakitte melik, ordusunu alarak önce Kudüs’e varmış, ardından memleketi olan Yemen’e dönmüş. Semul, melikin mektubunu bir sandıkçaya koyup mühürlemiş. Tâ ki emanet sahibini bulunca açılsın. zamanlar akmış, doğanlar ölmüş.

halid’in oğlu

“Hazrec kabilesind­en olan Semul, Kutlu Peygamber’e erişememiş. Gel zaman, git zaman, Semul’ün yedi veya on iki göbek sonraki torunu zeyd bu evde otururken adı güzel Hz. Muhammed (sav) doğmuş. Ol Ahirzaman nebisinin kutlu doğumundan yirmi yıl sonra da zeyd’in bir oğlu olmuş. Adını Hâlid koymuşlar. Bu Hâlid, arkadaşı revaha’nm telkiniyle Müslümanlı­ğa meyledip ‘eşhedü en lâ-İlâhe illa’llah ve eşhedü enne Mühammeden abduhû ve rasûluhû’ diyerek imana gelmiş ve ikinci Akabe Biatı’nda nebi’nin ümmeti olmayı kabul ederek onu canı pahasına korumak üzere and içenler arasına katılmış. Hâlid yirmi iki yaşındayke­n evlenmiş ve bir oğlu doğunca, çok tövbe edenlerden ve hastalık gelirse sabır gösterenle­rden olsun diye ona büyük büyük dedesi Semul’e imkân tanıyan Melik Tübba Düru’nun lakabı eyyûb’u ad diye koymuş. Ol sebepten Yesriblile­r Hâlid’e ebû eyyûb demişler. zanaatı çulhalık olan ve bez dokuyarak geçinen Hâlid, nâm-ı diğer ebû eyyûb el-ensarî, meğer adından dolayı bilge Semul’ün hikmetini taşırmış. Ve onun zamanında olmuş hep olanlar.”

(Hikâye-i Ebû Eyyûb, Süleymaniy­e Kütüphanes­i, Yazma Bağışlar Bölümü, nr. 4032, yazılışı: H.1300/M.1882, v.l5a-b.kısmen sadeleştir­ilmiştir.)

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye