EĞİTİMDE Gelİnen NOKTA
Bir eğitim yılında daha sona yaklaşıyoruz. Haziran’ın başlarında okullar kapanacak ve milyonlarca talebe yeni eğitim yılına kadar uzun sayılabilecek bir tatil dönemi yaşayacak. Elbette bu süreyi değişik işlerde çalışarak değerlendirecek talebeler de olacak.
Eğitim meselesi çok önemli olduğu halde gereği kadar gündemi meşgul etmediği de bir gerçek. Okullar açılıyor, kapanıyor, ama kaliteli eğitim için gerekli olan kalıcı adımlar atılamıyor. “Atılıyor, eğitim seviyesi çok iyi” diyenler varsa buna itiraza karşı en başta Türkiye’yi idare edenlerin “Eğitimde arzu ettiğimiz seviyeye gelemedik” mealindeki sözlerini hatırlatmak lâzım.
Eğitimin geldiği noktayı değerlendiren akademisyen yazar Yusuf Kaplan şöyle bir tablo çizmiş: “Bize ait bir medeniyet fikrimiz yok. O yüzden güçlü, çağdaş bir eğitim sistemi inşa edemiyoruz. Daha da vahimi, hem mevcut eğitim sisteminin iddia edildiği gibi Batı’da bir benzeri yok; son derece sığ, ezberci; eleştirel, analitik düşünme melekelerini iptal eden; yozlaştırıcı, yabancılaştırıcı, kimliksizleştirici, çözücü bir eğitim sistemi bu; hem de bizim medeniyet dinamiklerimizle ilişkisi sıfır.
“Oysa bir eğitim sistemi, toplumun medeniyet dinamikleri ekseninde inşa edilir. Genç kuşaklarına ancak o zaman güçlü bir tarih bilinci, çağ bilinci, kimlik bilinci kazandırabilir. Düşüncede, bilimde, san’atta yapılacak hamlelerin, atılımların kurucu temellerini sunabilir. Mevcut sığ, pozitivist eğitim sisteminin büyük düşünürler, büyük san’atçılar, büyük bilim adamları çıkaramamasının sebepleri burada gizlidir.
“Mevcut eğitim sisteminden Kant da yetişmez, Hegel de; Beethoven da yetişmez, Mahler de; Picasso da yetişmez, Cezanne da. Mevcut eğitim sisteminden, elbette ki, Ebû Hanife ya da Gazâlî, İbn Arabî, Sinan veya Itrî yetişmesini beklemek ham hayalden başka bir şey değildir.
“Bana ne lâzım? Kant’ı, Hegel’i, Nietzsche’yi, Mozart’ı, Chopin’i, Wagner’i, Manet’yi, Dali’yi, Kandinsky’yi de tartışacak, yorumlayacak ve aşacak bir noktaya ulaşacak yeni Gazâlîler, yeni İbn Haldun’lar, yeni Yunus’lar, yeni İbn Sinâ’lar, yeni Sinanlar ve Itrîler lâzım. Çağı iyi anlayacak, içinde yaşadığı çağı iyi tanımadığı zaman yalnızca tanımlandığını, çağı tanımadan çağı değiştirme iddiasında bulunamayacağını kavrayacak, zamanla çağı, çağın kurucu kişiliklerini tartışacak, aşacak, başka çağlara ulaşacak, çağrı’sı çağını kuracak çaplı öncü kuşaklar yetiştirmeden ruh atılımı yapamayız.” (Yeni Şafak, 28 Mayıs 2018)
Peki bu tablonun siyasî sorumluluğu kimde olur? Eğitimde iyi işler yapmak için 5 değil, 10 değil, 15 yıl dahi yetmez miydi? Üstelik eğitim sistemine en çok bu dönemde müdahale edildi, çeşitli değişiklikler yapıldı. Okul isimlerinden okutulan kitaplara, imtihan sistemlerinden eğitim yılına kadar her konuda ‘yeni’likler yapıldı.
Anlaşılıyor ki bu adımlar derde deva olmamış. Ve maalesef bu gidişle ‘iyi’ olacağı ihtimali de çok uzak.
“Eğitim sisteminin iddia edildiği gibi Batı’da bir benzeri yok”sa, “Bizim medeniyet dinamiklerimizle ilişkisi sıfır” ise ve “Mevcut eğitim sisteminden, elbette ki, Ebû Hanife ya da Gazâlî, İbn Arabî, Sinan veya Itrî yetişmesini beklemek ham hayalden başka bir şey değil” ise yeniden ve ciddî olarak düşünmek lâzım.
Eğitim yılı sona erdi diye sevinmeyip önümüzdeki yıla kadar isabetli adımlar atılamaz mı? Atılmasını arzu ederiz, ama işin doğrusu pek de ihtimal veremiyoruz. Ekonomi gündemimizi meşgul ederken asıl gündem olması gereken eğitimi unutmuş görünüyoruz. Eğitimsizlikten gelecek fatura, ekonomik krizden gelecek faturadan daha büyük olmaz mı?