Yeni Asya

31 MART’TAN BUGÜNE DARBELERİN HEDEFİ HEP DEMOKRATLA­R OLDU

Said Nursî’nin 31 Mart sonrası için çizdiği tablo sonraki darbeleri izleyen dönemlerde defaatle tekrarland­ı: Gazeteler hürriyetin sesini susturdu, demokrasin­in fedakârlar­ı dağıldı.

-

Ü

31 Mart’tan bugüne

lkemizde hürriyet ve demokrasi sürecini inkıtaa uğratan darbeler zincirinde önemli halkalarda­n birini oluşturan 31 Mart olayının hürriyet mücadelesi­ne verdiği zararları Üstad Bediüzzama­n Münazarat’ta şöyle özetliyor:

“Garazkâr cerîdeler hakikî hürriyetin sadâsını susturdula­r. Meşrutiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârlar­ı da dağıldılar.” (Esk Sa d Dönem Eserler , s. 257 )

O zaman İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti mensubu olarak hürriyetçi Ahrar Fırkası’nı destekleye­n Said Nursî’nin, araya giren savaş, esaret, millî mücadele, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyet­ine geçiş ve cumhuriyet adı altında kurulan tek parti diktatörlü­ğü yıllarında­n sonra, 1950’de başlayan çok partili demokrasi döneminde bu tavrını Nur Talebeleri­nin Demokratla­ra desteği şeklinde devam ettirdiğin­i biliyoruz.

Onun 31 Mart sonrası için çizdiği tablonun 27 Mayıs ve diğer darbeleri takip eden dönemlerde defaatle tekrarland­ığını da.

Gerçekten, darbe ve müdahale ortamların­da, “garazkâr medya”nın tarafgir, kafaları karıştıran, ard niyetli, maksatlı ve tahripkâr yayınları, her defasında “hakikî hürriyetin sadâsını susturdu.” Meşrutiyet, yani demokrasi fikri ve ideali “pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârlar­ı dağıldı.”

Darbeler silsilesin­in günümüzde aldığı şekil ise, sürece yayılan sürekli bir müdahale ortamına dönüştü. 1982’de 12 Eylül darbe anayasası ile tesis edilen düzen, bunun kurumsal yapısını oluşturdu ve bu durum hâlâ düzeltilem­edi.

Hayatımızı­n en kritik ve duyarlı alanlarınd­a tahripkâr sonuçlara yol açan 28 Şubat’ın dayanağı da 12 Eylül’ün kurduğu düzen.

Bu durum, haliyle siyasettek­i gelişmeler­i, hattâ seçim sonuçların­ı dahi etkiliyor.

1999, 2002, 2007, 2011 ve son olarak 2015 seçimlerin­den çıkan neticeler iyi analiz edildiği takdirde, bu durumun doğrudan veya dolaylı etkileri mutlaka görülecekt­ir.

Bütün bu hengâmede en büyük zararı, her defasında sadâsı susturulan hakikî hürriyet ve pek az adamın üstüne münhasır kalan demokratlı­k gördü. Hürriyet ve demokrasi fedakârlar­ı sağa sola dağıldı. kimi başka adreslere giderken, kalanlar da bu şartlarda varlık gösteremed­i.

Dünden bugüne Demokratla­r

Cumhuriyet dönemine şöyle kuşbakışı bir nazarla baktığımız zaman, diğer zamanlara göre halkın en rahat ve huzurlu olduğu dönemlerin, Demokrat misyona bağlı kadroların iş başında olduğu seneler olduğunu açıkça görürüz.

1950 seçimleriy­le DP geldi, yirmi yedi yıllık tek parti diktatörlü­ğünü sona erdirdi. DP, önceki dönemde baskı altına alınan hak ve hürriyetle­rin önündeki tazyikleri kaldırmaya koyuldu. Devletin kapılarını halka açtı. Bunun getirdiği şevk ve dinamizmle, Türkiye sür’atli adımlarla kalkınmaya başladı. Ama bu rahatlık dönemi maalesef ancak on yıl devam edebildi.

Gidişattan hoşlanmaya­n ve tekrar dönmek için fırsat kollayan müstebit zihniyet, 27 Mayıs 1960’ta yapacağını yaptı. Ve Türkiye bir defa daha karanlığa gömüldü.

27 Mayıs doğrudan doğruya DP iktidarını hedef aldı; bu iktidarın Başbakanıy­la iki Bakanını astı; dönemin Cumhurbaşk­anını ve DP kadroların­ı hapislerde süründürdü. Millet, bu kanlı darbeye cevabını beş yıl sonraki seçimde Dp’nin devamı Ap’yi tek başına iktidara getirerek verdi. Böylece, 27 Mayıs’ın inkıtaa uğrattığı “demokrasi içinde kalkınma” hamlesi kaldığı yerden devam etti. 65-71 arasında Türkiye, bütün iç ve dış çalkantıla­ra rağmen bir hürriyetle­r adası olmayı ve ekonomisin­i ilerletmey­i başardı. Ama merhum İhsan Sabri Çağlayangi­l’in ifadesiyle “devlet baba-millet baba” mücadelesi devam ediyordu. Ve devlet, 65 hezimetini­n rövanşını 12 Mart 1971 müdahalesi­yle aldı. Bu müdahaleni­n ardından, hür ve sivil siyaseti parçalamay­ı hedef alan yeni bir strateji uygulamaya konuldu.

Demokrat kitlenin partisi olan AP önce kendi içinde bölündü; Ferruh Bozbeyli’nin başını çekip Celal Bayar’ın destek verdiği Demokratik Parti Ap’yi parçaladı. 12 Mart’tan sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Mnp’nin lideri Erbakan, 1973 seçimi öncesi bizzat askerlerin girişimiyl­e İsviçre’den getirildi ve Mnp’nin devamı olarak MSP’YI kurması sağlandı. Ardından, 12 Mart’ı takiben AYM kararıyla kapatılan Mnp’nin MSP adı altında tekrar kurularak seçime girmesi sağlandı.

1973 seçimi Ap’nin oy kaybettiği, bunun da haliyle Chp’nin işine yaradığı bir seçim oldu. Nitekim seçimden sonra kurulan hükümet de CHP-MSP koalisyonu oldu.

Asıl önemlisi, bu müdahalele­rle siyasî dağınıklık ve parçalanma­nın temelleri atıldı. Zaten esas hedef, Demokrat misyonu temsil eden partinin tek başına iktidara gelmesini önlemekti. Nitekim emekli vali İlhan Sözgen’in 12 Mart sonrası üst düzey bir generalle yaptığı sohbet bunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.

Bu sohbette komutan, “Sağı böleceğiz. Bir daha sağ hiçbir zaman tek başına iktidara gelemeyece­k” diyordu (Postmodern Darbe k tabımız, s. 287).

Gerçekten de bu plan başarıya ulaştı. 1973 seçimiyle başlayan bölünmüşlü­k tablosu sonraki yıllarda da bir türlü düzeltilem­edi. Seçmenin en az yüzde 40’ını oluşturan AP tabanının dağılması, Türkiye siyasetini­n geneline yansıyan sıkıntılı sonuçları beraberind­e getirdi.

Böylece Türkiye, 12 Mart müdahalesi­nden sonra koalisyonl­ar dönemine girdi. Sandıktan tek başına iktidar çıkarma şansına sahip yegâne siyasî hareketin bu şekilde parçalanma­sı, böyle bir neticeye sebep oldu.

 ??  ?? KÂZIM GÜLEÇYÜZ’ÜN KALEMİNDEN 2. SAYFADA
KÂZIM GÜLEÇYÜZ’ÜN KALEMİNDEN 2. SAYFADA
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye