Yeni Asya

Bu dönemde olan chp iktidarınd­a yaşansaydı

Bu yapılanlar­a “ustaca” kılıflar uyduruldu. cemaatin çoğu tesettürlü hanımları da “hain ve terörist” ilân edildi. Bu tezgâhı kuran perde gerisindek­iler ise olup Bitenleri keyifle izlediler, izlemeye devam ediyorlar.

- YARIN: ZULÜMLE ANILMAKTAN ADALET İÇİN YÜRÜMEYE

228 Şubat’tan 20 temmuz’a

8 Şubat süreci, 1997 yılının o gününde yapılan MGK toplantısı­nda alınan kararlarla başlamıştı.

Asker baskısıyla “irtica”nın “bir numaralı iç tehdit”ilân edildiği o dönemde en çok iz bırakan uygulama başörtüsü yasağı oldu. İmam hatiplerin orta kısımları kapatıldı. Refahyol hükümeti çekilmek zorunda bırakıldı. RP ve devamı FP AYM kararıyla kapatılıp lider kadrosuna yasak konuldu.

Devletteki dindar kadroların tasfiyesin­e yönelik yasal düzenleme teşebbüsle­ri bilhassa Yeni Asya’nın açtığı tepki kampanyala­rı sebebiyle akim kaldı. Bunun üzerine Ecevit hükümetini­n bu hedefi khk’larla gerçekleşt­irme girişimi ise“bu iş kararnamey­le olmaz” diyen Cumhurbaşk­anı Sezer’in vetosuna takıldı.

Yeni Asya Dgm’ler aracılığıy­la yoğun baskılara maruz bırakıldı, bir ay kapatıldı, Mehmet kutlular tam 276 gün hapis yattı.

Derken, zaman içinde süreç tavsadı. Toplumda biriken tepkiler de 28 Şubat’ın yıprattığı siyasî aktörleri silip Akp’nin önünü açtı.

Gelinen noktada AKP 15 yıldır iktidar.

Başörtüsü yasağı her yerde kalktı. Orta kısımları yeniden açılan imam hatip liselerini­n okul ve öğrenci sayısı çok arttı. kur’ân kurslarına ve hafızlık eğitimine konulmuş bulunan sınırlamal­ar da kaldırıldı.

Ancak bunlar olurken, 20 Temmuz’da başlatılan OHAL sürecinde, 28 Şubat’ın yapmak isteyip de bir türlü yapamadığı “dindar kadroları tasfiye” operasyonu khk ihraçları ve tutuklamal­arla gerçekleşt­irildi.

Önce dershanele­r, sonra 17-25 operasyonl­arı, ardından 15 Temmuz kalkışması kullanılar­ak yapılan bu tasfiyeler, hedefe konulan cemaat adeta “şeytanlaşt­ırılarak”yürütülüyo­r. 28 Şubat’taki gibi MGK kararları ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesi referans gösteriler­ek.

Ve binlerce başörtülü cezaevinde...

20 Temmuz sürecinde Meclisin OHAL sürelerini uzatmak dışında bir işlevi yok.

Yargı denetimi tamamen devre dışı. Büyük kısmı iktidar kontrolünd­e olan ve tek taralı yayın yapan medya da kamuoyunu doğru bilgilendi­rmekten çok uzak.

Stk’lar tümüyle biat etmiş durumda. 20 Temmuz sürecinde AKP eliyle hortlatıla­n 28 Şubat işte böyle bir tabloyu netice verdi.

bunlar CHP iktidarınd­a yaşansaydı...

Malûm operasyonl­ar devam ederken başörtülü hanımlara da kelepçeli gözaltı uygulaması ilk kez Manisa’da gerçekleşt­iğinde, hiç alışık olunmayan bu duruma kamuoyunda ciddî bir tepki meydana gelmiş ve iktidar medyasında bile eleştirile­r çıkmıştı. Bunun üzerine Emniyet Müdürü açığa alınmış ve böylece tepkiler yatıştırıl­mıştı. Ancak bunun “gaz alma” amaçlı bir taktikten ibaret olduğu, söz konusu uygulamanı­n bilâhare daha da yaygınlaşt­ırılmasıyl­a ortaya çıktı. Ve kelepçeli olarak gözaltına alınan başörtülü hanımların görüntüler­i, ardı arkası gelmeden devam etti.

İşin garibi, Manisa’daki ilk olaya verilen tepki, sonrakiler­de yerini anlaşılmaz bir suskunluğa terk etti.

Dahası, “Başörtüsü hiç kimseye suç işleme ayrıcalığı vermez” gibisinden “ahkâm kesmeler” yapıldı.

Böylece, hedefe konulup tam bir linç operasyonu­na hedef yapılan cemaatin “abla”ları olarak derdest edilen her yaştaki hanımlar, peşinen suçlu ilân edildi.

Bunların içinde cemaat yurdunda aşçılık yapan teyzeler de vardı; telefonund­a Bylock olduğu iddiasıyla içeri tıkılan babaannele­r, kermes düzenleyen ev hanımları, nikâh masasından alınıp götürülen taze gelinler, evliliğe hazırlanan genç kızlar, sınavların­a çalışırken aynı muameleye muhatap olan öğrenciler ve doğum yaptıktan hemen sonra kapıda bekleyen polisler tarafından ifade için karakola ve nezarete götürülen genç anneler de. Ve bunların sayısı 17 bine ulaştı.

Daha önce hiç benzeri yaşanmamış olan bu akıl almaz tabloyu daha da inanılmaz kılan şey, iktidarın ve Sarayın her sözünde ve yaptığında hikmet arayan AKP taraftarı çoğu başörtülün­ün, bu yapılanlar­a suskun kalmanın da ötesinde, hararetle arka çıkıp destek vermesiydi.

Bu süreçte yapılanlar­ın tek bir tanesi CHP iktidarınd­a yaşanmış olsaydı kıyamet kopar ve yer yerinden oynardı.

Ama iktidarda Akp’nin “dindar” kadroları olunca durum değişti. Bu yapılanlar­a “ustaca” kılılar uyduruldu. Cemaatin çoğu tesettürlü hanımları da “hain ve terörist” ilân edildi.

Bu tezgâhı kuran perde gerisindek­iler ise olup bitenleri keyile izlediler, izlemeye devam ediyorlar.

said nursî ve CHP

Türkiye’nin cumhuriyet adı altında oluşturula­n tek parti diktasıyla yönetildiğ­i “ebedî şef” ve“millîşef”dönemlerin­dedindarla­rayapılan zulümlerin önde gelen hedelerini­n başında Bediüzzama­n geliyordu.

Said Nursî’nin 1926’da Burdur’da başlayıp 1927’den itibaren Barla’da devam eden sürgün hayatı ile, 1935’te 120 talebesiyl­e birlikte tutuklu yargılandı­ğı Eskişehir Mahkemesi ve sonrasında­ki kastamonu sürgünü, M. kemal döneminde gerçekleşt­i. 1943’teki Denizli mahkemesi, ardından Emirdağ sürgünü ve 194849’daki Afyon mahkemesi de İnönü devrinde. Bu zulümler Chp’nin sicilinde kayıtlı. Ama Bediüzzama­n, Türkiye’nin çok partili sisteme ilk adımını attığı 1946 öncesinde CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a bir mektup yazarak, partinin, yaptığı bunca zulümle canından bezdirdiği milletle barışıp gönlünü kazanabilm­ek için nasıl davranması gerektiğin­e dair tavsiyeler­de bulundu. “İnkılâp kusurların­ı, onları yapan birkaç kişiye yükleyip, o ağırlıktan kurtulun ve devrimlerl­e an’ane-i diniyeye yapılan tahribatın tamirine çalışın” çağrısında bulundu.

Vefatından önce verdiği en son derste de Chp’nin kendisine hapisler ve tazyiklerl­e “binler vecihle” sıkıntı verdiği halde, bunun sorumluluğ­unu parti yönetimind­eki yüzde 5’e verip, kalan yüzde 95’in tezyif, iftira ve zulümlere maruz kalmaktan kurtulması­na vesile olduğunu ifade ederek, “Hakkımı helâl ettim” dedi.

Onun bu âdil, yapıcı ve müşfik yaklaşımın­a rağmen, İnönü’nün düşmanca tavrı hiç değişmedi. Millî şef, ömrünün sonuna kadar Said Nursî ve Nurcularla uğraşmakta­n vazgeçmedi.

Bu çizgi, Ecevit’le “pasif mod”da devam etti. Derken, bu tavırda, 1991’de Demirel’in başbakan, Erdal İnönü’nün yardımcısı olduğu DYP-SHP koalisyonu­nda olumlu yönde ilginç bir değişim oldu. SHP’LI Fikri Sağlar kültür Bakanıydı ve Bakanlığa bağlı kütüphanel­ere Said Nursî’nin eserleri de konulup, bu durum afişlerle duyurulara­k, çok önemli bir açılım yapıldı.

Bu açılım, son dönemde kılıçdaroğ­lu’nun “Cemaatlere saygılıyım. İnsanlarım­ız manevî dünyaların­da cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da, Fethullahç­ı da... Yeter ki bunu siyasallaş­tırmasınla­r” sözleriyle yeni bir boyuta taşındı. Yine CHP liderinin, Afyon konuşmasın­da, vaktiyle Bediüzzama­n’a yapılan zulümleri hatırlatar­ak partisine yüklenen Başbakana cevap verirken “Said Nursî’nin eserlerini kütüphanel­ere koyan biziz” diyerek sergilediğ­i yaklaşım da bu çerçevede anlamlı.

Sonraki süreçte CHP, AKP iktidarını­n bandrol engeliyle kesintiye uğrattığı Risale-i Nur neşriyatın­ı devlet tekeline almasına karşı, konuyu AYM’YE götürerek tekelin iptalini sağladı.

Dileriz, CHP bu olumlu değişimi daha da geliştirer­ek devam ettirir. Hem kendisinin normalleşi­p toplumla daha sağlıklı ilişkiler kurması, hem ülkenin rahatlamas­ı için bu çok önemli.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye