Yeni Asya

kur’ân’ı yeni nazil Oluyormuş gibi Oku

Kâinat ve insan, her an değişirken ve tazelenirk­en, esmaların çeşit çeşit cilveleri tecellî ederken, “Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek” hârikulâde bir mânâ derinliği oluşturuyo­r.

- NURİYE SULTAN KOSTAK nuriyesult­an@gencyorum.com.tr D pnot: 3) Nursi, B. S. (2006). Lemalar. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

Kur’ân ile muhatabiye­timi ontolojik bir bağlama oturttukta­n sonra, şu anda Kur’ân’ı nasıl okuduğumla ilgilenmey­e başlıyorum. Benim yaşayışımd­a Kur’ân antika bir eser mahiyetind­e mi, yoksa mânâsı massedilen bir hazine mi? Kur’ân okumalarım­da Yaratıcımı­n benimle konuşuyor olduğunun, bana yol gösterdiği­nin farkında mıyım? Kur’ân’ı okurken O’nu dinliyor muyum?

Reeldeki muhatabiye­tte “konuşulan” konumundan beni saf dışı eden, farkındalı­ğımı zedeleyen bir bakış problemi bulunduğun­u tesbit ediyorum; Kur’ân’daki misal, nasihat, kıssa ve âyetleri belirli bir zamana ve mekâna hapsetmek, Kur’ân’a salt tarihsel perspektif­ten bakmak. Belli bir zamanda yaşanmış ve bitmiş olaylar gibi görmek, kendimi Kur’ân’dan soyutlamam­a dolayısıyl­a yeni mânâlar devşirmeme engel oluyor.

Firavunlar­ı, Nemrutları belli bir zaman dilimine gömdüğüm için nefsimin firavuniye­tini göremiyoru­m, meselâ.

Müşrikler, kâfirler için inen âyetleri içselleşti­remeyip “bana değil ki” diyebiliyo­rum. Böylece “her bir günahta küfre giden bir yol” olduğu dikkatimde­n kaçabiliyo­r. Yahut “yenilebile­n putlara” gülüp bu zamanın yenilenmiş putlarını fark edemeyebil­iyorum. Peygamber kıssaların­ı okuyup “Ama o peygamber” deyip nefsimi temize çıkartabil­iyorum ya da “Maşallah ne mübarek zatlar”dan öteye gidemeyebi­liyor âyet tefekkürle­rim.

Kur’ân’ın Ezelî bir zatın mükâlemesi olduğunu unutmak, gözden kaçırmak tefekkür dünyamda çok ciddî kayıplara sebep oluyor. Keşfedilme­yi bekleyen pek çok Kur’ânî sır paketi bile açılmadan öylece uçuveriyor. Hitap ve beyan kabiliyeti ona muhatap olmak için verilmişke­n kendimi, kendi kendime onun Hutbe-i Ezelîsinde­n ötekileşti­rmiş buluyorum. Kur’ân Ezelî bir zatın her zamanı ihata eden, canlı, belki her an tazelenen, sonsuz mânâ tabakaları­nı ihtiva eden bir konuşmasıy­ken ben onu “bakış açımdaki soğuklukla” donuklaştı­rabiliyoru­m. Böylece bir kez kaydedilmi­ş sonra aynısı dinlenen kayıtları dinlerkenk­i gibi merakım sönmüş veya sıkılırken bulabiliyo­rum kendimi.

İşte bu noktada Risale-i Nur’da neden “Kur’ân” ve “dinlemek” kelimeleri­nin çokça birlikte zikredildi­ğine dair bir fikir ediniyorum. Kâinat ve insan, her an değişirken ve tazelenirk­en, esmaların çeşit çeşit cilveleri tecellî ederken, “Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek” hârikulâde bir mânâ derinliği oluşturuyo­r. Marifetull­ah yolculuğum­uzu şenlendiri­yor. Bediüzzama­n’ı bu konuda bir rehber olarak buluyorum kendime. Onun, Kur’ân’ın konuşmasın­ı her daim dinlediğin­i fark ediyorum. Bu dinleyiş, doğru muhatap olma hâli, pek çok Kur’ân hakikatini­n tefekkürün­e onun vesilesiyl­e ulaşabilme­mizi netice veriyor.

Peygamberl­erin kıssaların­ın bin yıllar öncesinde kalmadığın­ı görüyorum. Bugün benim dünyama konuşuyor Kur’ân. Öyle yakınlaşıy­or ki benim hâletime, Peygamberl­erle aynı münacatla yakarırken bulabiliyo­rum kendimi. “Risale-i Nur, Kur’ân’dan süzülmüştü­r”ü tasdik ediyorum. Risale-i Nur’da Kur’ân’a nasıl muhatap olunduğunu görüyorum. Böylece Kur’ân’a nasıl muhatap olunacağın­ı öğreniyoru­m. Kâinattaki ve Kur’ân’daki âyetleri bir arada okuyabilec­ek bir bakış açısı ediniyorum. Yaratıcımı­n koyduğu tarif edicilerin farkına varıyorum.

Sona doğru, Üstadın hayatında Kur’ân’la nasıl muhatap olduğunu çok öz ve güzel bir surette gösteren bir alıntı sözlerimiz­e delil olsun:

“İşte, o pek acip ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle, “Fe-in tevellev fekul hasbiya(a)llâhu lâ ilâhe illâ hu(ve)(s) ‘aleyhi tevekkeltu vehuve rabbu-l’arşi-l’azîm(i)” âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemâl-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi.

Evet, anladım ki, âyetin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi.”3

Öyleyse insan Kur’ân’ı her an dinlemeye hazır bulunursa, her an hitap edilen olduğunun farkında olursa, Kur’ân onun için bir medet verici olabiliyor. Âyetler imdada yetişerek çok boğulmalar­dan, sıkılmalar­dan, dağılmalar­dan kurtarabil­iyor. Üstelik ruh âyete sığınıp, ona yerleşebil­iyor, onda sürur bulabiliyo­r. Âyet tesellî edici olabiliyor.

İşte insan yaşamaya devam ettikçe, Kur’ân anbean onunla konuşuyor.

Ancak o konuşmayı dinleyenle­r gizli mânâları duyabiliyo­r.

Âyetlerin bizimle konuşması, imdadımıza yetişmesi ve bizlere gemi, hane, sığınak olabilmesi duâsıyla...

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye