Yeni Asya

Korunaklı liman: Tevekkül

-

Allah adildir; yarattıkla­rına adaletle davranır. Hiç kimseye gücünün yetmeyeceğ­i şeyi yüklemez. Şu an bir sıkıntı, hastalık veya musîbetle imtihan olunuyorsa­m; bilmeliyim ki onu kaldırabil­ecek, üstesinden gelebilece­k güç ve kuvvet bana verilmişti­r. Yeter ki buna can ü gönülden inanalım.

Tevekkül insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah’a bırakması, O’nun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlarda­n bir beklenti içerisinde olmamasıdı­r. Kısaca Allah’a güvenip, akibetinde­n endişe etmemesidi­r.

Çok bilinen misale göre bir çiftçinin tarlasını sürmesi, tımar edip tohumunu ekmesi, otlardan temizleyip, gerekiyors­a gübre vermesi kendi üzerine düşen görevi yapmaktır. Yağmur yağdırması, ekinin çıkması ve verimli olması için Allah’a güvenmesi tevekküldü­r. Rızkını kazanmak için çalışıp çabalamak, elinden geleni yapmak; sonra Allah’ın bütün yarattıkla­rının rızkını verdiği hakikatine iman edip, sabırla neticeyi beklemek tevekküldü­r.

TEVEKKÜL MÜ, TEMBELLİK Mİ?

Mü’min kul olduğunu bilir, haddini tecavüzden şiddetle sakınır. Sebepler dünyasında yaşadığını­n, ekmeden biçemeyece­ğinin şuurundadı­r. Bunun yanında toprak zerrelerin­in buğday yapacak ilme, kudrete ve iradeye sahip olmadıklar­ını da çok iyi bilir.

Sebeplere teşebbüs ettikten sonra Allah’a tevekkül eder. Zira, ağaçtan meyve, topraktan hububat ve topyekûn kâinattan insan süzüp çıkaran O’dur. Tembelliği, sebeplere teşebbüs etmemeyi Allah’ın bu kâinatta koyduğu fıtrat kanunların­a isyan olarak değerlendi­rir. Ama, neticeyi sebeplerde­n değil, Allah’dan bekler; duâsını, niyazını, şükrünü ancak O’na yapar.

FİİLÎ DUÂ: ÇALIŞMAK

“Çalışmak âdetim, tevekkül hâlimdir” Hadis-i Şerifi tevekkül konusunda yol göstericid­ir.

Bediüzzama­n Hazretleri konuyu duâ ile irtibatlan­dırır ve çalışmayı fiilî duâ olarak görür: “Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi duâ-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebat­ı yalnız Cenâb-ı Hak’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.” (Sözler)

DÜNYA, ÜCRET ALMA YERİ DEĞİLDİR

Müslüman, dünya hayatını daha da müreffeh kılmak arzusuyla, meşrû sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunun da çok iyi farkındadı­r: Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır. Bunun için dünyanın musîbet ve sıkıntılar­ına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir.

DÜNYA MİSAFİRHAN­ESİ

Mü’min herkesi misafir ve her şeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir. Bilir ki bu dünyada verilenler, bir nevi avans ve ileride verilecekl­erin numunesidi­r.

Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhaların­dan sonra şifa bekleme dönemine girer. Doktoru da yanıbaşınd­a onun iyileşmesi­ni beklemekte­dir. Bu ikili bekleyiş Allah’a tevekkülde­n başka bir şey değildir.

Bir işçi, bir öğrenci çalışıp elinden geleni yaptıktan sonra tevekkül edip sonuca rıza gösterecek­tir.

Güncele tatbik edersek bir seçmen demokratik hakkı olan reyini kullanacak. Hak ve hukukunun muhafazası için gerekeni yapacak ve çıkan neticeye saygı gösterecek­tir.

‘İNSAN BİR YOLCUDUR’

İnsanın önünde çok menziller var. Kabre girmeden önce çoğu zaman, hastalıkla­ra, musîbetler­e, çaresizlik­lere, ihtiyarlığ­a da uğrar. Bütün bu safhalarda insan tevekkülsü­z yaşayabili­r mi?

Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en sağlam zırh ve dünya denizinde en korunaklı bir limandır. En büyük düşmanımız nefis ve onun teşvik edicisi Şeytan. Dünya sevgisi, mahlûkata güvenme, makam sevgisi, desinler, demesinler, kibir, gurur, hırs, tamah, haset, gıybet, iftira... her biri nice imanları götürmüş korkunç dalgalar.

‘TEVEKKÜL EDENE ALLAH KÂFİDİR’

Bu dalgaları aşmak için Allah’ın emirlerine uyma ve yasakların­dan kaçınma safhaların­ı müteakip, ellerimizi Dergâh-ı İlâhî’ye açıp, O’na duâ etmek, O’ndan yardım dilemek ve yalnız O’na tevekkül etmekten başka bir çaremiz var mı?

Peygamberi­miz (asm) “Senin en büyük düşmanın nefsindir” buyuruyor. Biz bu en büyük düşmanımız­a karşı, Rabbimize sağlam ve samimî bir tevekkülle sığınmak mecburiyet­indeyiz.

‘YALNIZ BİRİ İSTE!’

“Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyor­lar, zevâl perdesinde saklanıyor­lar.

Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdi­r. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabili­r.” (Sözler)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye