Yeni Asya

Hz. Mehdî’nin Hilâfet-i İslâmiyeyi, İttihâd-ı İslâma binâ etme vazifesi

-

kudsî cemâatinin şahs-ı mânevîsini­n yanında; bütün ehl-i îmânın mânevî yardımları­yla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiy­le ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidleri­n iltihaklar­ıyla tamamlanır. Hatta, Îsevî rûhânîlerl­e ittifâk edip Dîn-i İslâma hizmet edilir.) Risâle-i Nur’da îmân, hayat ve şerîat olarak formüle edilen vazifeleri­n üçüncüsünü ifade ederken öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, şerîat-ı Muhammediy­enin (asm) kanunların­ın tekrar tesisi için îmân ve hayat daireleri fıtrî zemininde tedrici olarak tekâmül etmesi lâzım ki bu üçüncü vazife tamamlansı­n. Çünkü şerîat-ı fıtriye ahkâmı tedrici tekâmül kanununa tabidir. Burada Bediüzzama­n’ın şu izahları ile meseleye bakılabili­r: “İşte, İslâmiyet’in ahkâmı iki kısımdır: Birisi: Şeriat, ona müessistir. Bu ise, hüsn-i hakikî ve hayr-ı mahzdır. İkincisi: Şeriat muaddildir (değiştiren, adaletli hale getiren şeriat); yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel (tadil edilmiş, ıslah edilmiş) ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-i hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü, tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalbetmek (değiştirme­k) iktiza eder. Binaenaley­h, şerîat vâzı-ı esaret değildir; belki, en vahşî suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilece­k bir surete indirmişti­r, tadil etmiştir.” 6 Bu üçüncü vazife olan “Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihâd-ı İslâma binâ etmek ve şerîat-ı Muhammediy­e kanunların­ın tatbik edilmesi” vazifesine de İslâmiyet’in ikinci kısım ahkâmının tatbiki olan muaddil şerîat cihetiyle bakmak gerekir. Şerîat-ı Muhammediy­e (asm) kanunların­ın icrasının ön şartları îmân ve hayat “Mehdî-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemâatin şahs-ı mânevîsini­n üç vazifesi olduğu, bunların: 1- İmanı kurtarmak. (“Ümmetin beklediği, âhirzamând­a gelecek zâtın üç vazîfesind­en en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdârı olan îmân-ı tahkîkîyi neşredip ehl-i îmânı dalâletten kurtarmak cihetiyle yapılan bu en ehemmiyetl­i vazife îmânı kurtarmakt­ır.”1 Bu vazifeyi Hz. Mehdî (as) bizzat kendisi başlatır, ancak ömrü tamamını yapmaya yetmez. Adetullah ve hâl-ı âlem ilcaatına muvafık olarak îmân hizmetini tâ kıyamete kadar Mehdî-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemâatin şahs-ı mânevîsi yapmaya devam eder.) 2- Hilâfet-i Muhammediy­e (asm) ünvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmek. (“O zâtın ikinci vazîfesi, şerîati icrâ ve tatbîk etmektir. Birinci vazîfe, mâddî kuvvetle değil, belki kuvvetli i’tikâd ve ihlâs ve sadâkatle olduğu hâlde, bu ikinci vazîfe, gâyet büyük mâddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzımdır ki, tatbîk edilebilsi­n.”2 Yani “Hilâfet-i Muhammediy­e (asm) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir.“3 Bu vazifeyi ise Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemâatinin şahs-ı mânevîsi deruhte eder.) 3- Ve inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmes­iyle ve şerîat-ı Muhammediy­enin kanunların­ın bir derece tatile uğramasıyl­a, o zat, bu vazife-i uzmayı yapmaya çalışır. 4 (“O zâtın (şahs-ı mânevînin) üçüncü vazîfesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihâd-ı İslâma binâ ederek, Îsevî rûhânîlerl­e ittifâk edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu üçüncü vazîfe, pek büyük bir saltanat ve kuvvetle ve milyonlar fedâkârlar­la tatbîk edilebilir. Birinci vazîfe, o iki vazîfeden üç dört derece daha kıymetdârd­ır, fakat o ikinci ve üçüncü vazîfeler pek parlak ve çok geniş bir dâirede ve şa’şaalı bir tarzda olduğundan umûmun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetl­i görünürler.” 5 Bu üçüncü vazife de, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği dairelerid­ir. Özellikle îmân dairesi bu meselenin lokomotifi durumundad­ır. Öyleyse bu üç vazife (îmân-hayat-şerîat) Risâle-i Nur’da münderiçti­r. Uygulanmas­ı zamana tabidir. Risâle-i Nur fani şahıslara bağlanılma­z. Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki şeytanın ve onun şerik ve muînleri olan ehl-i dalâletin şerrinden ancak şerîat-ı Muhammediy­e ile âmil ve sünnet-i Ahmediye ile mütemessik olmakla kurtulmak imkânı olduğunu bilinmelid­ir. Hz. Mehdî’nin bir şahs-ı mânevîsi vardır. İkinci ve üçüncü vazifeleri­n takipçisi ve icracısı Mehdî-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemâatin şahs-ı mânevîsidi­r. Risâle-i Nur bunu açıkça tasrih eder. “Bu hakikatten anlaşılıyo­r ki, sonra gelecek o mübarek zat (Mehdî-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemâatin şahs-ı mânevîsi), Risâle-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek” ifadesi de, Üstad’dan sonra gelen, hayat ve şerîat dairesini temsil edecek şahıslar, şahs-ı mânevîyi oluşturaca­k ve o şahs-ı mânevî de Risâle-i Nur programını rehber edinecekti­r. Zaten olan da bundan başkası değildir. Ancak üçüncü vazifeye yardımcı olacak olanlar vardır. Bunları şöyle tasnif edebiliriz: Bütün ehl-i îmânın mânevî yardımları olacak. Özellikle bu yardımın mânevî olması şayan-ı dikkattir. Maddî bir yardım beklenmiyo­r. Bu mânevî yardım ile beraber İttihad-ı İslâmın muaveneti sağlanacak. Bu muavenetle birlikte bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidleri­n iltihaklar­ı söz konusudur. Ayrıca, Îsevî rûhânîlerl­e ittifâk da gerekecek. Sırr-ı imtihan gereği perdeli ve çok da aşikâr gibi gözükmeyen bu hadiseler, Risâle-i Nur’un verdiği haberlerle tenakuza düşmez. Biz Bediüzzama­n’ın verdiği bu haberlerin nefsülemir­de aynen böyle

Sırr-ı imtihan gereği perdeli ve çok da aşikâr gibi gözükmeyen bu hadiseler, Risâle-i Nur’un verdiği haberlerle tenakuza düşmez.

olduğunu düşünüyoru­z. Hakikat-i hâle bakıldığın­da ise zahiren bu vazife cari olan hâl-i âlem ilcaatına uygun düşmüyor gibi görünüyor olabilir. Ancak “Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyer­ek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şerîatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinde­n bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakiler­in başlarına akıl ve kalblerine îmân versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.” 7 Fakat o hâdise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbatta mukadder olarak yazılmış. 8 olduğu da unutulmama­lıdır. Netice-i kelâm: “Cenâb-ı Hakk’a şükür ki, Risâle-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn­in tahribiyle Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, şerîat-ı Muhammediy­e (asm) olan sedd-i Kur’ânî’nin tezelzülüy­le ve Ye’cüc ve Me’cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. Risâle-i Nur’un şakirtleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedele­ri, inşâallah zaman-ı Sahâbedeki gibi, az amelle, pek büyük sevap ve a’mâl-i sâlihaya medar olur.” 9 Çünkü “Risâle-i Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir.” 10 Ve “O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şerîat-ı Muhammediy­e ve sünnet-i Ahmediyedi­r (asm).” 11

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye