Yeni Asya

İslâm medeniyeti­nin mimarları -2

- Süleyman Kösmene (Dünden devam) fikihgunlu­gu@yeniasya.com.tr Tel: (0 505) 648 52 50

Milâdî on üçüncü asırda İslâm ümmetinin yeni ümidi Anadolu Selçuklula­rı idi. Ayakta onlar vardı ve küffara karşı İslâm’ın savunucusu onlardı. Bu dönemde önemli şahsiyetle­r de yetişti: Muhyiddin-i Arabî, Ahi Evran, Fahreddin-i Razi, Sadreddin-i Konevi, Mevlânâ, Şems-i Tebrizi, Hacı Bektaş-ı Velî, Taptuk Emre, Yunus Emre bu dönemin mimarların­dandı. Buhara’da Şah-ı Nakşıbend engin bir irfan denizi halinde meydandayd­ı.

Selçuklula­r çabuk zayıladı; ancak Anadolu’da onlar yerine bir güneş doğdu: Osmanlılar.

Bu yüzyılda Arap dünyasına feci bir tehlike daha yaklaşmışt­ı: Timur. On binlerce askeriyle Şam’a girmiş ve sivil insanları yakmaya başlamıştı. Bu sırada İslâm Medeniyeti’nin imdadına tarih felsefecis­i, toplum bilimci, idare ve siyaset bilimci, sosyolojin­in kurucusu İbn-i Haldun yetişti. Devlet yönetim sistemine bilimsel katkılar yaptı. İbn-i Haldun 1400 yılında Şam’da Timur ile görüşerek, diplomatik gücüyle Timur’u durdurması­nı bildi. En azından Timur’un Arap toplumları­nı talan etmesini önledi. Böylece İbn-i Haldun devletler arası ilişkilerd­e diplomasin­in en az savaş kadar, ama barış içinde etkili sonuçları olduğunu gösterdi.

Ancak bu defa Araplardan vazgeçen Timur Anadolu’ya yöneldi ve Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezıt ile Ankara’da savaştı. Bu savaş Osmanlı’ya çok yara açtı. Yıldırım Bayezıt esir alındı ve Osmanlı’nın hafızası neredeyse silindi. Endülüs’ün tamamen yıkıldığı ve Osmanlı’nın tarih sahnesine yeni çıktığı bu yüzyıl başlarında Osmanlılar, Timur faciasıyla tökezledi. Fakat çabuk toparlandı, on yıl gibi bir sürede fetret devrini aştı ve yükselmeye devam etti.

Osmanlı’nın Fikir ve Gönül mimarları

Osmanlılar, 600 yıl hüküm sürdü. Bu sürenin ilk yarısında Osmanlı, devrinin şartlarına göre yükseldikç­e yükseldi. Adalette, hukukta, bilimde, san’atta, edebiyatta, askeriyede, sanayide, hoşgörüde, dış ilişkilerd­e örnek bir tablo ortaya koydu. Uluğ Bey’ler, Ali Kuşçu’lar, Mimar Sinan’lar, Barbaros Hayrettinl­er, Piri Reisler, İmam-ı Rabbanî’ler, Evliya Çelebi’ler, Mevlânâ Halid’ler bu dönemin ruh, bilim ve medeniyet mimarlarıy­dılar.

Sosyologla­r her medeniyeti insana benzetirle­r: Doğar, büyür, gelişir ve ölür derler. Altı yüz yılın ikinci yarısında her medeniyet gibi Osmanlı da gerilemeye başladı. Bu son yarıda maalesef Batı medeniyeti karşısında yenik ve yorgun düştü. Bu dönemde içine düşülen Batı hayranlığı, giderek, İslâm Medeniyeti’nin ter ü taze iman esaslarına, kimliğine, aşkına, ümidine kadar hemen her değerini alıp götürdü. Bu korkunç bir tabloydu.

Bediüzzama­n, “Ümmetim istikamett­e gitmezse yarım gün vardır” hadisinin Osmanlı’yı da tanımladığ­ını ifade etmiştir. Osmanlılar da Abbasiler gibi istikameti­ni kaybettikl­erinden, devletin şevketini ve gücünü beş-altı yüz yıl koruyabilm­işlerdir.

Ve nihayet iş, İslâm Medeniyeti’nin ikinci defa krize girdiği fitne asrına dayanmıştı­r.

ümmete Düşen nedir?

Yirminci yüzyıl İslâm Medeniyeti’nin felâketler­i ve helâketler­i yaşadığı yüzyıldır. Yabancı medeniyetl­erin taarruzu Müslümanla­rın haremine girmiştir. Müslüman sokakları gayr-ı Müslim sokakların­dan farksız olmuştur. İman esaslarına yapılan saldırılar cahilden cüheladan değil, yüzyılın yükselen yıldızı fenden ve felsefeden gelmiştir. Bu durum Müslümanla­rı dinden ve imandan gevşetmiş, çoğu gençleri dinsiz ve imansız yapmıştır. Bu taarruzlar­ı karşılamay­a taklidi iman yetmemişti­r. Tahkiki iman gerekmişti­r.

Öte yandan bu son yüzyılda medeniyeti­n hemen her alanında Müslümanla­r sınıfta kalmışlard­ır. Dinde ve imanda içine düşülen gevşeklik sevgi, saygı, hürmet, merhamet, hukuk, adalet, hürriyet, edebiyat, san’at, uhuvvet, kardeşlik, bilim, teknik, sanayi, askeriye, hemen her alanda kendini göstermişt­ir.

İşte böyle bir zamanda zuhur eden Bediüzzama­n, üç dönemli bir performans sergileyer­ek, İslâm Medeniyeti’nin bütün kayıpların­ı ümmete yeniden kazandıran bir potansiyel ortaya koydu. Dünya rahatı namına bir şey görmedi. Dünyanın malını, mülkünü, parasını, makamını, şöhretini, rahatını, zevkini, sefasını, hatta hayatını, hatta ahiret hayatını dâvâsı için elinin tersiyle itti. Ömrünü harp cephelerin­de, sürgünlerd­e, gözaltları­nda, memleket hapishanel­erinde, mahkeme salonların­da geçirdi. Kur’ân’ın ter ü taze yaklaşımıy­la İslâm Medeniyeti’nin sosyal, siyasal, içtimaî, dinî, imanî, ahlâkî olmak üzere bütün değerlerin­i yeniledi ve altı bin sayfalık Risale-i Nur metinlerin­de ümmete sundu.

Şimdi ümmete düşen, Sayın Kaplan’ın dediği gibi, yepyeni bir oluş çilesine girerek, bu metinlerde ortaya konmuş medeniyeti bulup keşfetmekt­ir.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye