korku ve İSTİSMAR SİYASETİ
Araştırmalarda, vatandaşların yüzde 46’sının seçimin âdil, eşit ve demokratik olmadığı endişesini taşıdığı ortaya çıkarken, gün geçtikçe seçime dair istifhamlar artıyor.
Öncelikle apar topar ilân edilen “baskın seçim” sürecinde yasal olarak “seçime girme şartları”nı yerine getirmiş olmasına rağmen İyi Parti’yi seçime sokmama kumpası ile başlayan vartada, seçim gecesindeki garip söylentilerle muallel tuhalıkların karanlıkta kalması, şüpheleri derinleştiriyor.
Aslında baştan beri siyasî iktidarca bütün devlet imkân ve araçlarının hoyratça kullanılmasına karşı tıpkı “evet” oylarının “hayır” oylarından birkaç puan fazla çıktığı açıklanan 16 Nisan referandumunda olduğu gibi sandık ve algı operasyonlarıyla manipülasyonlarından korkuluyordu.
Ve korkulan oldu. Ysk’dan ses sedâ çıkmazken, sandıkların açılmasından bir buçuk saat sonra daha bütün seçim alanlarında oy sayım ve dökümünün devam ettiği, oy torbalarının çoğunun ilçe seçim kurullarına teslim edilmediği sırada, tarafsız olması gereken devlet ajansının partizanca alelâcele “iktidar cephesinin zaferi”ni ilânıyla sokaklara dökülenler silâh sıkıp şamatalı kutlamalarla ortalığı velveleye verdiler.
Sonuçta, bu seçimde de “korku siyaseti” dayatıldı. Bu durum, yıllar önce yine bir seçim sonrasındaki ziyarette merhum Demirel’in, “Garip bir şey; seçim bitti, ama seçimin travması devam ediyor. Türk siyasetinin en zor zamanı. Senelerdir bu işler oldu, ama bu kadar kötü durum hiç olmadı; kaygılar var!” tesbitinin bu seçim de için geçerli olduğu bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
DİNDE İNHİSAR ZİHNİYETİ
Öte yandan iktidar, halktan toplanan vergilerle yayın yapan ve tarafsız olması gereken devlet kanallarını ve ajansını, kamunun malı kamu kurumlarını kullandı.
Her halükârda kendisini iktidarı savunup medhiyeler dizmekle, bütün yanlışlarını savunmakla “yükümlü” ve “mecbur” gören “iktidara ilişik medya” yorumcuları, bütün bu haksızlık ve hukuksuzlukları bir “mârifet”miş gibi sunma çarpıklığını sergilediler.
İktidar, dinî hassasiyetleri sonuna kadar istismarını da siyasî rant malzemesi yaptı. Siyasi rakiplerinin dinî değerlere sahip çıkmasından rahatsız olma çarpıklığı sergilendi.
Bediüzzaman’ın ifadeleriyle, “umumun mâl-i mukaddesi (mukaddes ortak değeri) olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına (partidaşlarına) daha ziyade has göstermekle, kavi (kuvvetli) bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşüren “fâsık siyasetdaşını, mütedeyyin (dindar) muhalifine su-i zan bahaneleriyle tercih eden” ve “muharriki (hareket ve tahrik noktası) tarafgirlik olan” siyasete övgüler yağdırma garabetine düşüldü (Sünûhat, 65-67)
Yazık, çok yazık…