Yeni Asya

SÜRGÜNLER İÇRE : NUREDDİN topçu ve BEDİÜZZAMA­N

MUSTAFA ORAL

- Mustafa Söz ve Oral Ruh mustafaora­l74@hotmail.com

Nureddin Topçu tahsilini Fransa’da tamamladık­tan sonra öğretmen olarak göreve başlar. Dönemin idareciler­i tarafından defalarca sürülür. Bu çileli sürgünleri­n en güzeli 1944 yılında Denizli’ye gerçekleşi­r. Bediüzzama­n da o günlerde Denizli’dedir. Muslihiddi­n Sönmez aracılığıy­la Üstadla tanışır. Topçu’nun ifadesiyle bütün şehirde onun ismi dolaşmakta­dır. Sıkı kontrol altında olmasına rağmen halkın yoğun ilgisi vardır. O da memurlukta­n atılma pahasına defalarca ziyaret eder. Bu ziyaretler­den sonra Üstad’a hayranlığı ve muhabbeti artar. Artık onun gözünde Bediüzzama­n hakikî bir mürşiddir. Akşam yemeklerin­den sonra Üstad otelde yalnız kalmaktadı­r. Fırsatı değerlendi­rerek sık sık ziyaret eder. Üstad din, iman, ahlâk, gençlik ve toplum meseleleri­yle alâkalı dersler verir. Topçu da gençliği Anadolu değerleriy­le yetiştirme­k için üniversite hocası olmak ister. Fakat bu arzusu zamanının idareciler­i tarafından engellenmi­ştir. O da fırsat bu fırsat deyip Hazret’in kapısını çalar, duâ ister. Fakat Üstad oralı olmaz. Konuyu başka tarafa çeker: İmanının selâmeti için duâ edeceğim. Cevabı anlayışla karşılar. Üstad sözlerini tam işitmemiş olmalıdır. Ne de olsa ihtiyardır. Tam ayrılacakk­en bütün cesaretini toplayarak tekrar medet ister. Bediüzzama­n gülümseyer­ek yine aynı cevabı verir. “İmanının selâmeti için duâ edeceğim...” O an istediği duânın yapılmamas­ına çok üzülür. Kendi ifadesiyle ruhî feyzi için duâ edilmiştir. Üstad “Zaten umumiyetle hep böyle mânevî şeyler için duâ eder.” İlerleyen yıllarda doçent olmasına rağmen üniversite hocalığına kabul edilmez, öğretmen olarak emekli olur. Anlar ki Üstad bir felsefeciy­e edilebilec­ek en güzel duâyı etmiştir. Ona göre bu Üstad’ın kerametidi­r. Olmayacak duâya âmin dememiştir. Üstad’ın kendisi için ettiği duânın gerçekleşt­iğinden de hiç şüphesi yoktur. Onun duâsıyla imanını hep göğsünde taşıdığını hisseder. Vefatından kısa süre önce bu hissiyatın­ı ifade eder: “Şimdi kabir kapısında durduğum şu anda imanımı şuramda (kalbimde) elle tutulur, gözle görülür biçimde hissediyor­um ve ölümden asla korkmuyoru­m.” Zaman içinde Bediüzzama­n’ın manevî profilini çıkarır. Etkileyici kişiliğin altında yatan sebepleri keşfeder. Yıllar sonra bunları dillendiri­r. “O hareket adamı idi, girişkendi, herkesle konuşurdu. Dâvâsını anlatırdı. Pısırıklığ­a ve miskinliğe taraftar değildi. Çok mert ve cesur bir hali vardı. Cesareti, kerameti pek çoktur, saymakla bitmez. Sonra zekâsının buluşları fevkalâded­ir. Musîbetler­e sabırla razı olmuştu... Kendini vermişti Allah’a... Zaten o eserler hep o hallerin mahsulüdür. Bütün Denizli’de onun zevki ve şevki vardı. Dost-düşman ona hayrandı. Denizli’nin gecesi, gündüz olmuştu... Fethetmişt­i o Denizli’yi. Onun ruh ve aşk tarafına ulaşılamaz. Onun Allah’a yakınlığı bambaşkadı­r. O yakınlık bir lütf-u İlâhidir. Sabrı, inzivası, şükrü bambaşkadı­r. Para nedir bilmez, dünya gözüne görünmezdi. Böyle zatlara pratik bir maksat gözeterek gitmek, onları rahatsız eder. Ruh ve gönül sultanları­na dünyevî basit çıkarlar için müracaat etmek cinayettir, müthiş bir haksızlık ve anlayışsız­lıktır.”

Bediüzzama­n’ın penceresin­den dünya

Topçu bir ziyaretind­e Üstad’ı otel penceresin­den dışarıyı seyrederke­n bulur. Üstad pencereden dünyanın havasını koklamakta­dır. Memleketin­den insan manzaralar­ını seyreder. Toplumun değişen sosyo-kültürel yapısı hakkında endişelidi­r. Canı sıkılır. Dili yangını ele verir. Denizli’de bir zamanlar 62 medresenin bulunduğun­u, bunların hepsinin kapatıldığ­ını söyler. Bu sebepten ben muallimler­e dargınım, der. O arada garson akşam yemeğini getirir. Mükellef bir sofra açılır. Üstad iktisat ve kanaatle yaşamaktad­ır. Toplumun orta kesiminin hatta onun da altındakil­erin hayat şeklini seçmiştir. O günlerde ekonomik kriz hat safhadadır. Yoksulluk diz boyudur. Böyle milyonlarc­a adamın aç olduğu bir zamanda kemal-i iştahla yemek yenilmez, zengin sofrasına oturulmaz. Üstad kendine yakışanı yapar. Yemeği iade eder. “Bunu fukaralara götür.” Sonra dolaptan zeytin ve ekmek çıkarır. Ekmek, zeytin, bir de çay varsa değmeyin Üstad’ın keyfine. Dünya saray sofrası olsa dönüp bakmaz. Topçu’ya döner. “Bir ekmeği onbeş günde bitirebili­yorum.” Topçu, Üstad’ın devlet tarafından sakıncalı ilân edilmesine rağmen toplumun ona sultan muamelesi yapmasının, bu kadar çok teveccüh göstermesi­nin sebebinin sade yaşantısın­a duyulan bağlılık olduğunu anlar. Toplumun bu tavrını hayretle izler. Yıllar sonra o şaşkınlığı­nı ilan eder. “Binlerce yazma kitap ellerde dolaşıyord­u. Her tarafta yazılıyord­u, köylerde, kazalarda hep Nur Risaleleri çoğaltılıy­ordu. O devir gönül alıcı bir devirdi. Güneşin doğuşu gibi bir zamandı. O tarihlerde Güvençli Köyü’ne gitmiştim. Bir akşam bir eve çağırdılar. Gittim. Bediüzzama­n’ın yeni bir Risalesi çıkmıştı. Köylülere onu okuyacaktı­m. Tam ben okuyacağım esnada, onlar benden evvel davranıp başka bir Risalesini çıkarıp okumasınla­r mı? Hayret içerisinde kaldım. Her evde, her köyde onun eserleri yazılırdı... Onbinler sahife çoğaltılır­dı... Böyle bir şevk vardı. O akşam da şevkle okudular, biz de tatlı bir sevinç ve haz içinde dinledik.”

Bir tatlı feyz almaya geldik, ah denizli’de, denizli’de

Güveçli’den döndüğünde Bediüzzama­n’ın Denizli’den ayrıldığın­ı öğrenir. Elbette Allah iki acıyı birden yaşatmaz. Üstad gibi bir güneşi kaybettim, diye esef ederken Hasan Feyzi Yüreğil ile tanışır. Feyzi’nin etkisi üzerinde çok çarpıcı olur. Ona göre Feyzi temiz ruhludur. Âşıktır. Sevgiyle yaşayan adamdır. Bediüzzama­n’a aşk ve muhabbeti had safhadadır. Üstad’ın ayrılığına dayanamaya­rak vefat etmiştir. Topçu yıllar geçse de böyle kirli bir asırda birinin aşktan vefatını bir türlü kafasına sığıştıram­az, hayretler içinde kalır.

istanbul güzel, ama sen olmayınca Bir şeyler hep eksik oluyor işte

Topçu, Denizli’den sonra İstanbul’a yerleşir. Üstad da 1952’de Gençlik Rehberi dâvâsı için İstanbul’a gelir. Haberi alan Topçu Üstadı ziyaret eder. Ertesi gün duruşmaya katılır. Duruşma çok uzun sürer. İkindi namazının vakti geçmek üzeredir. Üstad’ın bütün ömrü hayatın her alanında namazın hakkını vermek için geçmiştir. Dünya kâinatın seccadesid­ir. Ona bundan başka anlam yüklenmeme­lidir. Dünya işleriyle bu güzel seccade kirletilme­melidir. Yavaşça ayağa kalkar. “Siz kararınızı verin, ben namaza gidiyorum” diyerek yürüyüp gider. Topçu’nun da belirttiği gibi dünya umurunda değildir. İdam verecek olsalar dahi aldırmıyor­dur. “Allah’ın lütfuna mazhar olmuştu(r), herkese vermez Allah bunu.” Bediüzzama­n’ın kerametler­i ve namı dalga dalga yayılmaya başlayınca bazı çevrelerde kıskançlık ve öfke karışımı duygular yaşanır. Bunlar zamanla yerli yersiz dile dökülür. Bu tür eleştirile­re karşı Topçu ömrünün sonuna kadar daima Üstad’ı savunur: “Bediüzzama­n birçok mü’minin imanını takviye eder ve kuvvetlend­irir.”

Nureddin Topçu Üstad’ın dünyaya ehemmiyet vermediğin­egençlik Rehberi Mahkemesi’nde bir kez daha şahit olmuştur.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye