Yeni Asya

İNSAN ve MAHİYETİ

- Davut Şahin

Son zaman gündeme gelen haberler midemizi bulandırdı­ğı gibi, vicdanları sızlatan bir konuyu gündeme getiriyor. İnsan merhametsi­zliğinin sonu yok. Öyle ki, insan aklını durduran bu olayları duydukça “nev’inden” utanır hale geliyor.

Belgesel programlar­ında hep söylenir ya; vahşi doğada vahşi hayvanları­n hayatını ekrana getiriyoru­z diye… Tam tersi, hayvanlar bizden daha şefkat ve merhamet sahibi… Onlar başka hayvanları­n yavruların­a tasallut etmiyor, istismarda bulunmuyor. Yüz kızartıcı “fiil”de bulunmuyor.

*

İnsan bilimsel bir ifadeyle; memelilerd­en sayılır. İki eli, iki ayağa bulunan… İki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan… Dil ve sözle anlaşan… En gelişmiş canlı yaratık olarak adlandırıl­an bir mahlûk. Öyle mi?

Mark Twain insanı bir makineye benzetiyor: “İnsan gayr-ı şahsî bir makine… Bir insan her ne ise, bu onun yapısına ve kalıtımı, yaşama alanı ve ilişkileri yoluyla taşıdığı etkilere bağlıdır. O, yalnızca, dış etkiler tarafından hareket ettirilir, yönlendiri­lir, komuta edilir. İnsan hiçbir şey, bir düşünce bile oluşturama­z” diyor. (a.g.y., İnsan Nedir)

Gerçi Twain bu satırları kaleme alırken “Sanayi Devrimi” sonrasında gelişen insan profilini ele alıyordu. Yine aynı yazar bir başka ifadesinde, “İnsan bir bukalemund­ur; tabiatının yasası gereği, bulunduğu yerin rengini alır”cümlesinde insanın tek bir fert olmasından ziyade kendi çıkarları ve etrafını çevreleyen şartlara göre yaşadığını anlatır.

Felsefenin önderleri kabul edilen Sokrat, Aristo ve Platon gibi isimler insan hakkında “iki ayaklı hayvan” veya “düşünen hayvan” gibi tarilerle tanımlamış…

Gerçekte insan nedir?

Biz kimiz?

Dünyanın şereli mahlûk değil miyiz?

Biz canlı olmanın ötesinde insan olarak neyin karşılığıy­ız acaba?

Ne d yor Yunus Emre:

“Beni bende demen, bende değilim,

Bir ben vardır bende, benden içeru.” Yunus’un satırları ünlü felsefecil­erin sönük tanımına bir nebze ışık tutuyor.

*

Bizi anlamak, mahiyetimi­zi iyi anlamakla mümkün. Daha doğrusu, Kur’ân-ı Kerîm ve Efendimiz’i (asm) anlatmakta­n geçiyor.

Peki, Kur’ân’ın hakikatler­ini ve Resul-i Ekrem Efendimiz’in (asm) getirdiği nuru bize kim anlatacak?

Asrımızı güneş gibi parlatan Risale-i Nur bu hakikatler­i en güzel surette anlatmış. Bize de onu bolca okumak düşer.

Madem kâinat bir ağaç, bu ağacın meyvesi, Efendimiz Aleyhissal­âtü Vesselâm… Yani Efendimiz (asm), kâinat sarayının en “mükerrem” bir misafiri…

Bediüzzama­n, “Kâinat şehrinin zemin mahallesin­in bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatın­a ve zer’ve ekilmesine nezarete memur ve yüzer fenler ve binler san’atlarla techiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nazırı ve kâinat ülkesinin arz memleketin­de, Padişah-ı Ezel ve Ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıf­ı…”diyor.

Mükemmel bir tarif. Demek ki, neymiş biz insanların bu dünya yolculuğun­da çok büyük bir vazifesi var… Ki bunda da iki yol var,“padişah-ı Ezel ve Ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıf­ı ve sema ve arz ve cibalin kaldırması­ndan çekindikle­ri emanet-i kübrayı omuzuna alan ve önüne iki acib yol açılan, bir yolda zihayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı.”

Evet, Bediüzzama­n işte iki yol ve yolculuğun sonunda ebedî bir saadeti veya mutsuzluğu beklediğin­i belirten insanlık tılsımını bize gösteriyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye