Lİnç, İDAM, HADIM
Bilhassa mâsum ve korumasız haldeki çocuklara yönelik istismar, kaçırma ve öldürme hadiseleri sebebiyle, toplumdaki öfke seli kabardıkça kabarıyor.
Böyle devam ederse şayet, sosyal patlamalar kaçınılmaz hale gelecek gibi gözüküyor.
Böyle devam ederse, herkesin kendine göre bir tedbir alması, hatta kendine göre cezalandırma cihetine gitmesi de kuvvetli ihtimâl dairesinde görünüyor. Yer yer “linç” vak’alarının yaşanması, “idam” taleplerinin yükselmesi, ya da “Hadım edilsinler” şeklindeki teklilerin tartışma gündeminin üst sıralarına yerleşmesi, aslında meselenin ciddiyeti kadar vahâmet derecesini de gözler önüne seriyor.
Bu “linç kültürü” revâç bulursa eğer, büyük ihtimâlle kasten ve başka başka garezler sebebiyle, hiç ilgisiz kimselerin de canı yanacak, dünyası kararacak, hayatı sönecek...
“İdam” şıkkı lâyıkıyla uygulanabilse şayet, “Kısasta hayat vardır” hakikati tahakkuk edeceğinden, şüphesiz hem caydırıcı olur, hem de vicdanî rahatlık temin eder. Ki, biz de buna fikren, vicdânen taraftarız. Zira, hayata kast edenin, başkasının hayatını söndürenin, hayat hakkı da olmasa gerektir.
Ne var ki, günümüz Türkiye’sinde ve imzalanan sözleşmelerle bağlı bulunduğu AİHM ve Avrupa Konseyi çerçevesinde meseleye bakıldığında, idam cezası, teknik olarak da mümkün görünmüyor. (Bir de, idam cezasının, muhalilere karşı siyasî garaz ve maksatla kullanılabileceği endişesi söz konusu.)
Geriye kalıyor, özellikle sapkınlara yönelik “hadım” etme cezası... Bu ceza yöntemi, usûl itibariyle hem tarihimizde görülüyor, hem de bazı medenî ülkelerde elân uygulanıyor.
Şu var ki, diğer cezalandırma yöntemleri gibi, bunun da ehil ve uzman kimseler tarafından enine-boyuna görüşülüp müzakere edilerek esasa bağlanması icap ediyor. Aksi halde, beraberinde yeni bazı sıkıntılar getirebilir.
Meseleye nereden bakılırsa bakılsın, fert, aile ve toplum hayatında bir âciliyet hali arz ettiği açıkça görülüyor. Caydırıcı ceza mutlaka gerekli, fakat yeterli değil. Ciddî bir dinî, imânî, ahlâkî terbiye, yani bir “manevî restorasyon” artık zaruret halini almıştır. Bilhassa aile, okul, medya, hükûmet, devlet katmanlarında...
Hayır ve iyilikler, hem şahsî, hem cemaatîdir. Hata ve günahlar ise, ekseri şahsîdir, ferdîdir. Haliyle, suç ve cezâ da ona göre olmalı.