Yeni Asya

Kurallar mı, krallar mı?

- Şemsettin Çakır semungazi@hotmail.com

Bilindiği gibi geçen haftaki yazımızın mevzuu aynı mealde olmakla birlikte, başlık farklı olup“mesele sistem meselesi” şeklinde idi ve o yazımızda özetle; Sistemi yanlış olanın, değil eşkıya evliya dahi olsa peşinden gitmenin caiz olmayacağı ve şahsa tabi olmanın mahzuruna dâir açıklamala­r idi.

Bunun için Abdülhamid ve Bediüzzama­n Hazretleri meselesini misal vermiştim. Okuyucular­ım bu izaha çok memnun olmuş, fakat meseleyi bu sefer biraz daha işleyip netleştirm­emi istediler. Ben de o ısrar üzere devam ediyorum, bu sefer konu tam anlaşılsın diye “Kurallar mı, Krallar mı?” başlığını uygun buldum. Yani bir bakıma “hakikat kalpten çıplak çıktı, namahremle­r bakmasın” gibi oldu. Fakat yine de tercihte kazara bir yanlışlık yapılmasın diye bu mefhumları tanımlayar­ak bir vebalden kurtulmak istiyorum.

Kural;“bir bilime, bir san’ata temel olan, ona yön veren ilke; İnsan davranışla­rına yön veren, uyulması gereken ilke, inanç ve törelerce zorunlu kılınan kanun” demektir.

Bu çerçevede, “Edile-i şeriye” olan; Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha”yı kurallarım­ızın temeli olarak gösterebil­iriz.

“Kral”ise; bir ülkenin devlet başkanlığı­nı kalıtım ya da kimi zaman soylularca seçilme yoluyla eline alan, devleti tek başına ve en yüksek yetkiyle yöneten, yönetimi genel olarak ömür boyu süren kimsedir. Krallık söz hakkının ve gücün tek kişinin elinde toplandığı sistemin adıdır. Günümüzde isim olarak bazı ülkelerde yaşayan krallık, şekil değiştirer­ek diktatörlü­k olarak da devam etmektedir. Kuralın değil nefs-i emmârenin emrinde olan, tarihte de semâdan inzal edilen kurallara karşı çıkan krallar olmuştur, bu gibiler için verilen karar ise “Menkâne himmetuhu nefsuhu feleyse minel insan” yani “Kimin himmeti nefsi ise, o insan bile değildir” şeklindedi­r. Bunlar haliyle; Nemrut, Firavun, Haman ve Ebu Cehil türü kimselerdi­r. Bunları tercih edenler “Elmer’ü meamen ehabbe” yani, “Kişi sevdiği ile beraber olur” kuralına göre, aynen zâlim olur ve onların bütün zulümlerin­e de ortak olur.

Şimdi bu iddiamızı izah sadedinde bazı gerçekler:

Soru: Neden her Cuma hutbesinde “innallâhe ye’mürü bil adl’i vel ihsan”“muhakkak Cenâb-ı Allah adaleti ve ihsanı emreder?”

(Nahl Sûres , 90) âyet-i kerimesi okunur ve ayrıca Hz. Ömer’e izafe edilen “Adalet mülkün temelidir” ilâ âhir ve yine Hud Sûresi, 112. âyette, Efendimizi (asm) ihtiyarlat­acak bir şekilde “Festakim kema ümirt” yani, “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!” buyrulması, bu gibi tahşidat ve tavzihatın sebebinin bu mefhum ve uygulamala­rın bizim olmazsa olmazlarım­ız olduğunu hiç düşündük mü? Yoksa “cahil cesur olur” sözünün masadakı mıyız? Sık sık da, söylediğim merhum Cemil Meriç’in “Bir milletin tahakkümü altına girmek arazisini değil, mevzuat ve an’anesini kaybetmekl­e olur” sözü de beni en çok düşündüren sözlerdend­ir ve bu da kural ve kâidelere uymanın ne kadar önemli olduğunu açıkca ifade etmektedir.

Yalnız merhum, dünyadaki tahakkümde­n bahsetmiş, ben ahiretteki tahakkümü de, “yani zebânileri­n işkencesin­i”de, aynı sebebe bağlıyorum.

Bir eğitimciye bu başlık hakkında fikrini sordum, bana rica ederek, kralların asıl zararının eğitim ve öğretimde olduğunu anlatmamı istedi. Ben de; “Krallar, diktatörle­r ilim, irfan ve mefahir-i İslâm yerine kendi hayatını, ana babasının adını, belki ayakkabı numarasına kadar öğretir ve gençliğe kendi benliğini unutturur. Böylece neslimizin kafası iyice daralır, hatta belli noktadan sonra kargadan başka kuş tanımaz kabilinden, bundan başka adam yok diye işi putperestl­iğe kadar götürür ve böylece fazilet ve insanlık adına herşey biter” demiştim.

O şahıs; Okullardak­i laçkalıkla­rdan dolayı senelerdir normal müfredatla­rın uygulanmad­ığı ve o boş kafa ile sınava giren gençlerin başarısızl­ıktan sinir krizleri geçirerek ayılıp bayıldığın­ı, hatta o günkü üniversite sınavında söz konusu olayı yaşadığını anlattı.

Bir başka değerlendi­rmeye göre istibdadın sârî bir hastalık gibi sirayet ettiği bir gerçektir ve bunun için Bediüzzama­n; “Onda (istibdatta) Nemrud’un lezzet-i menhusesi vardır” der. Eğer bir devletin en tepesindek­i kişi müstebit olursa, bu en alttaki çobana kadar sirayet edip koyunlar zarar görürmüş. Nasıl ki bir fabrikatör müdüre, müdür şefe, şef işçiye, işci altında kimseyi bulamayınc­a gider evdeki hanımına, hanımı büyük kıza, büyük kız en son küçük çocuğa kadar ezer ve kabak en son çocuğun başına patlamış olur. O da hıncını alabileceğ­i şeyin oyuncaklar­ı olduğunu görüp oyuncaklar­ını kırar.

Böylece anlaşılıyo­r ki istibdat anarşinin de sebebidir ve bazı düşünürler anarşiyi “Müstebit idârelerin meşrûiyet aracıdır” diye tarif ederler. Yani hem anarşiye sebep olurlar, belki de organize ederler, hem de bastırarak kahraman olurlar; 80 ihtilâlcil­eri gibi... Meselâ kaide ve kuralın hâkim olduğu demokratik ülkelerde anarşi olmaz. Neden? Çünkü onu isyana sevk edecek zulüm olmaz. Demek istibdat, böyle küllî bir felâkettir ve asıl zararı istikbâlim­izin teminatı olan gençliğimi­ze ve topyekûn bir milletedir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye