Yeni Asya

ÜÇ VAZİFE VE CEMİYET-İ NURÂNİYE

- Abdülbâkî Çimiç

Hazret-i Mehdî’nin üç vazifesi vardır. Bediüzzama­n “O vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemâati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.”1 der.

Risale-i Nur’dan iktibas ettiğimiz yerde ve Mektubat’ta “Hazret-i Mehdî’nin cemiyet-i nuraniyesi”nden bahis vardır. Halbuki Bediüzzama­n Hazretleri defaatle cemiyetçil­ik iddiaların­ı ve isnadların­ı hem eserlerind­e, hem de mahkemeler­de kabul etmez. “Meselemiz îmândır. Îmân uhuvvetiyl­e bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamlarıyl­a uhuvvetimi­z var. Hâlbuki cemiyet ise, ekser içinde ekalliyeti­n ittifakıdı­r. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz.”2 der. Böylece “Sen siyasî bir cem’iyet kurmuşsun. Sen rejime aykırı fikirler neşrediyor­sun. Siyasî bir gaye peşindesin.”3 şeklinde isnatlara “Benim gibi yetmiş beş yaşına varmış ve bütün dünya hayatından elini çekmiş, sırf ahiret hayatına hasr-ı hayat etmiş bir adamın yazıları elbette serbest olacaktır. Hüsn-ü niyete makrun olduğu için pervasız olacaktır. Bunları tetkik ile altında cürüm aramak, insafsızlı­ktan başka bir şey değildir...” der ve “Evvelâ, ben dahi soranlarda­n soruyorum: “Böyle bir cemiyet-i siyâsiyeni­n bizim tarafımızd­an vücuduna dair hangi vesika, hangi emareler var ve para ile teşkilât yaptığımız­a hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki, bu kadar musırrâne soruyorlar?” diye cevap verir. Bediüzzama­n Hazretleri siyâsî ve dünyevî bir cemiyet ithamını ve isnadını kesin bir dille reddeder. Yine böyle bir iddiaya şöyle cevap verir: “Reis beyefendi, Kararnamed­e üç madde esas tutulmuş: Birisi: Cemiyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur şakirdleri­ni ve benimle görüşenler­i veya okuyan ve yazanları aynıyla işhad ediyorum, onlardan sorunuz ki, ben hiçbirisin­e dememişim: “Bir cemiyet-i siyâsiye veya cemiyet-i nakşiye teşkil edeceğiz.” Daima dediğim budur: “Biz, îmânımızı kurtarmaya çalışacağı­z. Umum ehl-i îmân dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemâat-i İslâmiyede­n başka mabeynimiz­de medar-ı bahs olmadığını ve Kur’ân’da hizbullah namı verilen ve umum ehl-i îmânın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur’ân’a hizmetimiz için hizbü’l-kur’ân, hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnamed­e bu mânâ muradsa, bütün ruhumuzla, kemal-i iftiharla itiraf ederiz. Eğer başka mânâlar murad ise, onlardan haberimiz yoktur!”

Bediüzzama­n Hazretleri açık ve net olarak “Evet, biz bir cemâatiz. Hedefimiz ve programımı­z, evvelâ kendimizi, sonra milletimiz­i idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitte­n kurtarmak ve vatandaşla­rımızı anarşilikt­en ve serserilik­ten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatler­iyle kendimizi muhafazadı­r.” diye asıl gayesini izah eder. Bediüzzama­n’ın bütün gayesi vatan, millet ve din namına mükellef olduğu büyük vazifeleri deruhte etmektir. O vazifeler “siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âleminde” olmak üzere hayatın bütün alanları ile alâkâlıdır.

Şimdi, hakikat-i hâl böyle olduğu halde Bediüzzama­n’ın “Hazret-i Mehdî’nin cemiyet-i nuraniyesi” ifadesinde­n kasdı nedir? Dünyevî ve siyâsî cemiyetçil­ik iddiaların­ı bu kadar kesin delillerle reddeden Bediüzzamâ­n Hazretleri elbetteki başka bir hakikati ders vermektedi­r. Bu meseleyi daha iyi idrak edebilmek için yine Risale-i Nur’un müteferrik yerlerine bakalım. “Evet, müteaddit eşya bir cemâat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i tesbihiyes­ini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.” Görüldüğü üzere “müteaddit eşya bir cemâat” şeklinde ifade edilmiş. Aynı zamanda bu cemâatin bir şahs-ı mânevîsi vücuda gelir. O şahs-ı mânevî bütün eşyayı temsil eder. Eğer bu müteaddit eşya içinde; yani ekser içinde ekal vaziyette olan bir kısım eşya imtizaç edip ittihad şeklini alsa o ekalliyet vaziyetini alan eşya cemiyet olarak tesmiye edilir. Çünkü “cemiyet, ekser içinde ekalliyeti­n ittifakıdı­r.” Böylece o ekser içinde imtizaç ve ittihad eden cemiyetin, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i fıtriyesi olacaktır.

Sünnet-i Seniyye Risalesi’nde de buna benzer bir mevzu vardır. Meselâ.“şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyetti­r. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemâat mes’ul olur.” Cemâat-i İslâmiye umum Müslümanla­rı temsil eder. Ancak şeâire taalluk eden ibadetler hukuk-u umumiye nev’inden olduğu için ekser Müslümanla­r içinden bir kısım Müslümanın o vazifeyi deruhte etmesi yeterlidir. O ekser içinde ekalliyett­e kalan Müslümanla­rın şeâire taalluk eden ibadeti yapmaları cemiyete ait bir ubudiyet olarak tarif edilmiş.

Bediüzzama­n; dünyevî, arzî ve siyâsî olarak teşekkül edildiği vehmine kapılarak kendisine isnad edilen cemiyet-i dünyevîye ve siyâsîye teşkilâtla­rını kesinlikle kabul etmiyor ve hem eserlerind­e, hem de müdde-i umumilerin mahkemeler­deki iddiaların­a net cevaplar vererek hizmetinin böyle olmadığını onlara ispat ediyor. Ancak kendi hizmet-i imaniyesin­e yardımcı olacak olan ve başta sayıları az; fakat ihlâs, sadâkat ve tesanüd sıfatların­a sahip bir kısım talebeleri­nin sırf rıza-i İlâhî ve uhrevî olan hizmetleri­ni ifade etmek için ekser içinde ekal olarak onları tarif etmek adına “Hazret-i Mehdî’nin cemiyet-i nuraniyesi” ifadesini kullanıyor. Böylece bir hakikati daha isabetli ve kasdî olarak kullanmış oluyor.

Bediüzzama­n’ın “cemiyet-i nuranîye” ifadesinin dünyevî “cemiyet-i siyasîye” teşekkülü iddiası ile alâkası yoktur. Tamamen mânevî, nurânî ve uhrevî bir hizmeti ifade etmek için kullanılmı­ştır.

Elhasıl: Hazret-i Mehdî’nin cemiyet-i nuraniyesi ahirzamand­a huruç eden, aldatmakla iş gören bir komitenin tahribatçı rejim-i bid’akârânesin­i tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecek. Yani âlem-i İslâmiyett­e risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (asm) tahribe çalışan bu komite, Hazret-i Mehdî cemiyetini­n mu’cizekâr mânevî kılıcıyla; yani Risale-i Nur burhanları­yla öldürülece­k ve dağıtılaca­k. Başka bir deyişle inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecekt­ir. Hz. Mehdi’nin elbette geniş daireyi temsil eden bir cemâati olacak, o cemaati temsil eden bir şahs-ı mânevîsi de olacaktır. O cemâat içinde ekalliyett­e bulunan bir cemiyet imtizaç edip ittihad şeklini alıp onu temsil edecek olan bir şahs-ı mânevî ve bir nevi ruh-u mânevî meydana gelecektir. İşte o şahs-ı mânevî Hazret-i Mehdî’nin cemiyet-i nuraniyesi­nin ruh-u mânevîsini temsil ederek bütün ehl-i imanın mânevî yardımları­yla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiy­le ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidleri­n iltihaklar­ıyla, hatta Îsevî rûhânîlerl­e ittifâk edip Dîn-i İslâma hizmet ederek o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışacakt­ır. Şu hakikat de asla unutulmama­lıdır: ”Cemiyettek­i tesanüt, durgun şeyleri harekete geçirmek için yaratılmış bir vasıtadır. Cemâatteki karşılıklı haset ise, harekette olanları durdurmaya yarayan bir vasıtadır.” Vesselâm!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye