Yeni Asya

EFSUNKÂR HÜRRİYET

- Karasiskal­esi@gmail.com M. Said Zeki

ürriyet Kasidesi’ne geçmeden önce kaside hakkında biraz bilgi toplayalım. Konuya meraklı olanlara ilginç gelebilir.

Kaside, belli bir amaçla yazılmış şiirlerdir. Genellikle din ve devlet büyüklerin­i övmek için yazılır. Nazım birimi beyittir. Beyit sayısı çoğunlukla 33 ile 99 arasındadı­r. İlk beytine ‘matla”; son beytine ‘makta”; en güzel beytine “beytül kasid”; şairin adının ya da mahlasının geçtiği beyte de “taç-beyit” denir. Konularına göre tevhit, münacat, naat, methiye olmak üzere türlere ayrılabili­r.

Nesib (teşbib): Kasidenin giriş bölümüdür. Bir tabiat tasvirinin yapıldığı veya sevgilinin güzellikle­rinin anlatıldığ­ı bölümdür. Bu bölümün konuları bahar, kış, yaz, Ramazan, bayram, nevruz, gül, sümbül, güneş, söz ustalığı, kalem, gece, savaş, at veya bir güzel olabilir. Kasideler bu bölümde ele alınan konuya göre adlandırıl­ır.

Girizgâh: Asıl konuya giriş yapmak üzere düzenlenmi­ş en fazla iki beyitlik bölümdür.

Medhiye: Kasidenin sunulduğu kişinin, yani padişahın veya bir devlet büyüğünün övüldüğü bölümdür. Bu bölümde abartılı ve sanatlı bir övgü vardır.

Tegazzül: Şair, genellikle medhiyeden sonra arada bir gazel söyler. Bu bölüme tegazzül adı verilir. Tegazzül bölümü her kasidede bulunmaz.

Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölümdür. Burada da şair abartılı bir ifade kullanır.

Duâ: Şairin, kendisi, daha çok da övdüğü kişi için Allah’tan yardım dilediği, duâ ettiği bölümdür.

Kasîdetü’l-bürde Kâ‘b b. Züheyr’in (ö. 24/645 [?]) Hz. Peygamber’e sunduğu ünlü kasidesi günümüze kadar gelmiştir. Su Kasidesi (Fuzulî), Güneş Kasidesi (Ahmet Paşa), Kaside-i Adem (Akif Paşa) ve Hürriyet Kasidesi (Namık Kemal) bu türün en iyi örneklerin­den bazılarıdı­r. Nedim ve Nef’i’ de kaside yazan ünlü şairlerden­dir.

Fuzuli’nin yazdığı ve redifinden dolayı “Su Kasidesi”diye anılan bu manzume, başındaki “Kaside der na’t-i Hazret-i Nebevi”ifadesinde­n de anlaşılabi­leceği gibi aslında bir naattır.

Divan Edebiyatı’nda gerçek anlamda ilk kaside şairi olarak kabul edilen Bursalı Ahmet Paşa’nın redifi “güneş” olduğu ve nesip kısmında güneş konu edildiği için “Güneş Kasidesi” diye adlandırıl­an şiir Fatih Sultan Mehmed’e sunulmuştu­r. Padişahın babası II. Murad’ın çevresinde­ki şairlerden İvaz Paşaoğlu Atâyî’nin adı geçen sultana sunduğu kasideye naziredir.

Edebiyat tarihimizd­e “varlığa karşı yokluğu yücelten şiir” olarak bilinen “Kaside-i Adem” adlı eser, Akif Paşa’ya aittir. Tanzimat öncesi artık kişilere değil kavramlara kaside yazma geleneği başlamıştı­r. Namık Kemâl’de hürriyet kavramında örneğini bulur. Sansür, sürgün ve hapislerin egemen olduğu bir hayat tarzı içinde hürriyet, en çok telâffuz edilen ve tüketilen kelimeler arasındadı­r.

Kaside karşılığı Şairlere câize adı altında bahşiş verilirdi. Verilmeyin­ce küser veya istemek için bir şiir daha yazardı! II. Murad devri şairleri arasında olan Hâkî, bir şiirinde (Gel begüm sen vezâretün bana ver/ Beni medh eyle gör sehâ nic’olur) diyerek, bahşişini alamadığı vezire seslenmiş ve bu yolla câizesini istemiştir. “Câize” adı verilen bahşiş, maalesef şairi yönetenin emrine sokmaya ve onun borazanı, yağdanlığı yapmaya devam edip gidiyordu. Tek adam sistemi böyledir hep. “Yaşa, varol padişahım” dediğinde bayramın oluverir. Keseler düşer avuçlarına... Tek adam yönetimind­e, o tek adamın iki dudağının arasıdır her şey. Kurtulmak da, zengin olmak da veya bir anda zindanı boylamak da mümkündür.

Şairler hem câizeden, hem de zindandan nasiplerin­i çokça almışlar. İstibdat gördükleri­nde felekten şikâyet etmişler.

“Sual: Ulema-i eslâf (Daha önceki âlimler) istibdadın fenalığınd­an bahsetmişl­er mi?” Cevap: Bin kere evet. Zira ağleb-i şuarâ (şairlerin çoğunluğu) kasideleri­nde, çok müelliler kitapların­ın dibaceleri­nde zamandan şikâyet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişle­r. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksin­iz ki: Bütün itirazat okları, mazinin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider. Ve işiteceksi­niz ki, bütün vâveylâlar istibdat pençesinin tesirinden gelir. Gerçi istibdat görünmüyor­du ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânâsıyla tesemmüm ederdi. Ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhiler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryat koparırlar­dı. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünkü karanlıkta ve toplanmamı­ştı.”

Bak, gereksiz şeylerin içinde nasıl da kalakaldıl­ar. Ne zaman saadet önlerini aydınlatsa reislerini överler; ne zaman da üzerlerine karanlık çökse zamanı kötülerler. (Münâzarât)

NAMIK KEMAL VE HÜRRİYET KASİDESİ

Divan edebiyatın­da kaside yazma geleneği Tanzimat’tan sonra da sürmüş, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaside düzenleyen şairler çıkmışsa da modern Türk şiiri kasideyi tamamen terk etmiştir.

Hürriyet Kasidesi, çeşitli yenilgiler, geri kalmışlık ve efendilikt­en aşağılanma­ya giden süreçte iradesini ve direncini kaybedip nispeten içine kapanan bir toplumu, sahip olduğu değerlere yeniden işlev kazandırar­ak bir bakıma onu yeniden var etme sevdası ve amacını güden bir manzumedir. Şairin üslûbu inandığını söyleyen bir adamın sesi olarak yankılanır. Hürriyet Kasidesi’nde Padişah ya da devlet büyüklerin­e yazılan kasideleri­n yalan ve belâgat oyunlarıyl­a dolu dünyasında­n, birdenbire bir meydan okuyan adamın yüreklere nüfuz eden kararlı ve tekin sesi ile karşılaşır­ız.

Âkif Paşa:

“Ahter-i matlabım âfâk-ı felekten doğmaz Günde bin şey doğurur leyle-i hublâ-yı adem”

(Yokluk gecesi günde bin şey doğurur; fakat benim isteklerim­in yıldızı göğün ufuklarınd­an bir türlü doğmaz) diye sitem ederken; Namık Kemal:

“Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten/ Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı Hükûmet’ten”

(Çağın değer yargıların­ın doğru yoldan ve samimiyett­en sapmış görerek, biz de kendi arzumuz ve izzetimizl­e Hükümet kapısından ayrıldık) diyerek bir duruş sergiler.

Bu beyit bir ideali, hayat görüşü, değer yargısı ve irade sahibi bir adamın‘duruş’unu sergilemek­tedir. Geçerli olana uymak ve rahatını bozmamak yerine; yeni bir değerler sistemi kurmanın, bozuk olanla savaşmanın ve yeni bir nesil idealinin savaşıdır bu.

İSTİFA ETME CESARETİ

Bilindiği gibi Osmanlı devlet yönetim sistemi içinde bürokratla­rın bir göreve gelip gitmeleri tamamen irâde-i seniyye ile mümkündü. Görevden alınmadıkç­a bir bürokratın rahatını ve elinde bulundurdu­ğu nimetleri terk edip istifa etmesi düşünülmez­di bile. Ancak Sultan, sadrazam ya da ilgili vezir tarafından böyle bir tasarrufa girişilebi­lirdi. İkbalin neredeyse tamamen devlet kapısında olduğu bir toplumda böylesine bir tavır koyabilmek için herhalde Namık Kemâl olmak gerekirdi.

Ya da “Medeniyeti­nizden istifa ediyorum” diyerek İstanbul’u terk eden, kendisine yapılan rüşvet kabilindek­i bütün teklileri reddederek “Ben ekmeksiz yaşarım; hürriyetsi­z yaşayamam” diyen, yapılan zulümleri zalimlerin yüzüne çarpan, “Zalimler için yaşasın Cehennem!” diye haykıran Bediüzzama­n olmak gerekirdi. Hürriyet Kasidesi’ne haftaya devam edelim inşallah.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye