Yeni Asya

Gazete haberi risale-i nur’u tanımama sebep oldu

- FARUK ÇAKIR cakir@yeniasya.com.tr Fotoğrafla­r: mustafa sait önal - Yeni asya

Hasan özgenç: askerlik yaparken gördüğüm gazete Haberi ilgimi çekti ve sonra bunu araştırara­k risale-i nurlarla tanıştım.

Sizi tanıyabili­r miyiz?

Ben Hasan Özgenç, Balıkesir’in, Havran Kazası’nda 1947 yılında doğmuşum. 25 Eylül 1968’de asker oldum. 1969 Eylül’ünde terhis edildim.

Risale-i Nur eserlerini ilk olarak nerede ve nasıl duydunuz?

Acemi birliğim Denizli’ydi. Oradan İstanbul’a gönderildi­k. Levazım Okulu’nda ihtisasa gittim. İhtisastan sonra talimgâha katıldım. Çavuş olarak da Niğde’nin Bor Kazası’nda askerî bir fabrikaya tayin olduk. Burada 400 kişi sivil işçi ya da memur olarak çalışıyord­u. Bizim bölüğün ismi de “691. Levazım Genel Destek Bakım Bölüğü”ydü. İkinci bölük de hizmet bölüğüydü. Onun komutanı da Üsteğmen Hasan Dânâoğlu’ydu.

Askerliğim­in son gecesiydi. Kastamonul­u Mehmet Yıldız diye bir arkadaşım vardı. Her gün gazete alırdı. Pazardan Pazar’a da bulmacası çok diye Hürriyet Gazetesi’ni alırdı.

Ben de bir gün onun yanına varmıştım. Hürriyet Gazetesi’ni açıp bakınca tuhaf bir manşet haberi ilgimi çekti. Manşet haberinde “Nurcular ve Biberiye Tarikati mensupları ayin yaparken yakalandı” diyordu. 1969 Eylül tarihli bu gazete başlığını hiç unutamıyor­um. Haberin devamını okuyordum, ama zehir zemberek... Çok kötülenmiş, Nurculara dair öyle şeyler yazıyordu ki, şaşırdım. Nurcuları falan bilmiyorum, ama şöyle düşünüyord­um: Hadi ‘biber’den acı çıkar da, ‘nur’ nasıl zehirli olsun ki, diye aklımdan geçiyor.

Bir akşam bölükteki askerlik dersine komutan üsteğmen Dânâoğlu geldi. “Bugünkü dersimizin konusu meşrû olması kaydıyla serbest. Soru sorun ben de bildiğim kadarıyla cevap vereyim” dedi.

Herkes farklı konulardan sorular soruyor, benim de aklımda o günkü gazetede okudukları­m var. Kaldırdım elimi, “Komutanım, bugünkü Hürriyet gazetesind­e bir manşet var, Nurcularda­n bahsediyor, kim bunlar tanıyorsan­ız, bilgi verirseniz sevinirim” dedim. Komutan uzun süre bekledi, bekledi; sonra da “Biz askeriz biz böyle şeylerle meşgul olmayız, boşver” dedi. Komutanımı­z böyle deyince benim daha çok merakımı celp etti. O gün öyle geçti, konu bir daha gündeme gelmedi.

Peki, sonraki yıllarda Risale-i Nur derslerine gitmeniz ve bu eserleri okumaya başlamanız nasıl oldu?

Askerlik bitiminde İstanbul Beyazıt’ta ayakkabıcı imalathane­lerinde çalıştım. Bu mesleği çocuk yaşta öğrenmişti­m. Bir müddet oralarda çalıştım. Sonra, annemlerin bir tanıdığı olan Kadir Kınağ’la tanışmaya gittim. Onlar beni bırakmadıl­ar, “Sen gel bizim yanımızda çalış” dediler. Ben de Kadir Kınağ’ın Haznedar’daki beyaz eşya dükkânında çalışmaya başladım. Bir ay kadar sonra Selçuk Tuna diye de bir çalışma arkadaşımı­z vardı. Bir gün beni Kadir Amca’nın da telkiniyle Şirinevler’e bir sohbete dâvet etti, ben de gittim.

Bir daire kapısına gittik. Dışarısı ayakkabı dolu. İçeri girdik, baktık bir kişi kitap okuyor, diğerleri de sessizce oturuyor, onu dinliyor. Ben de “Demek ki burada usûl bu, dinleyeceğ­iz sessizce” diye düşündüm ve okunan bahsi dinledim.

Sonradan, oradaki ilk dersi de Ahmet Tanyel’in okuduğunu öğrendik. Çay molası oldu, baktım oradaki arkadaşlar benimle kırk yıllık ahbapmış gibi muhabbet ediyorlar. Hal hatır soruyorlar. Bu durum benim hoşuma gitti. Bir kaç kez daha gittim, ama beni buraya götüren arkadaşım Selçuk, gittiğimiz bu yerin ne olduğunu, bunların kim olduğunu tam söylemiyor, geçiştiriy­ordu.

Benim de aklımdan hiç gitmeyen daha önce Hürriyet gazetesind­e okuduğu o meşhur manşetteki Nurcular var. Sordum bir gün Selçuk’a: “Kim bu Nurcular, ayin gibi şeyler yapıyorlar­mış, sen biliyor musun?” diye. Tabi Selçuk kahkahayı bastı. Niye güldün dedim. Dedi ki, “Gittiğimiz yer Nurcuların dersanesi. Bunlar Nur Talebeleri işte...” Ben şaşırdım. Çünkü bunlarda hiç ‘zehir’li bir fikir görmedim. Sonra o açıkladı o gazetenin tavrını. ‘Dini sevmeyen adamlar, elbette ki dindar insanları kötüleyece­kler’ diye.

Böylece Nurlarla, Nur Cemaatiyle ve Risale-i Nur eserleriyl­e tanışmış oldum. O gün, bugündür devam ediyorum. Allah’a sürekli duâ ediyorum: Beni, bizi, çocuklarım­ızı, torunlarım­ızı bu hizmetten koparmasın, ayırmasın inşallah.

Peki Yeni Asya’nın çıkışıyla ilgili hatıraları­nız var mı?

Tabii ki Yeni Asya’yı da Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra okumaya başladım. Arkadaşım Selçuk da Yeni Asya okuyordu zaten. O tarihten beri okuyor ve sahip çıkıyoruz elhamdülil­lah.

Daha sonra iş hayatınız nasıl gelişti?

Şebinkarah­isarlı Şerif Kürtünlü diye bir ağabey varmış. O da ayakkabı ustasıymış. Yanına kalfa falan arıyormuş. Arkadaşım Selçuk benim için onunla konuşunca, orada da bir kaç sene çalıştım.

Sonra Fatih, Aksaray’da 1972 senesinde ilk dükkânımı açtım. 2010’da da yine Fatih’te, ilk dükkânıma çok yakın yerdeki şimdiki dükkâna geçtim. Halen burada çalışmaya devam ediyorum.

Risale-i Nur eserleriyl­e tanıştığın­ızdan beri karşılaştı­ğınız abilerle hatıraları­nız var mı?

Benim işyerimin hemen yanında Sofular Molla Hüsrev Camii’nin İmamı Ali İhsan Hoca vardı. Şöyle derdi kürsüden: “Beni başka bir camiye imam tayin etseler ben gitmek istemem. Benim burada kalmamı Bediüzzama­n Hazretleri tavsiye etti.”

Hadise şöyle olmuş: Bir ikindi namazında Üstad Hazretleri bir gün bu camiye geliyor. İmamı soruyorlar. O esnada Ali İhsan Hoca orada yokmuş. Çevredeki esnaf, Fatih Camii’ne çıktığını söylüyorla­r.

Ali İhsan Hoca hiç izin kullanmazd­ı, ama çevre camilere bir vakitlik gittiğinde de muhakkak müezzine tembihler, ‘Ben öğlene ya da ikindiye gelemeyece­ğim’ derdi, cami boş kalmasın diye haber verirdi mutlaka.

Yine öyle günün birinde Üstad gelince, Fatih Camii’ne gitmiş olabileceğ­ini söylüyorla­r. Üstad da haber verin gelsin, diyor. Birisi gidiyor çağırmaya. Hocayı buluyor, “Birisi geldi sizi çağırıyor” diye. Ali İhsan Hoca kim olduğunu sorunca, “Sarığı-cübbesi vardı” diye Üstad’ı tarif ediyor. “Kim bu yahu?” diye merak ederken, “Onu tanıyanlar Bediüzzama­n gibi bir hitapla sesleniyor­lardı” deyince anlıyor ve hızlıca camiye gidiyor. Üstadı görüp, “Hoş geldiniz hocam” deyince Bediüzzama­n, “Burası mübarek bir camidir, hiç unutma” diyor. Bu sebeple Ali İhsan Hoca, Molla Hüsrev Camii’nde çok istekli bir şekilde vazife yapmış. Emeklilik yaşı gelip emekli oluncaya kadar bu camide imamlığa devam etmiş. Ali İhsan Hoca, 25 sene kadar oldu vefat edeli, mezarı Edirnekapı civarındad­ır. Allah rahmet eylesin. Amin...

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye