Yeni Asya

O çocuklara ne mutlu!

- Bediüzzama­n Said Nursî Mektubat, s. 94

On Yedinci Mektub Yirmi Beşinci Lem’anın Zeyli Çocuk Taziyename­si

Aziz ahiret kardeşim Hafız Hâlid Efendi, “• Sabredenle­ri müjdele.

• O sabredenle­r ki başlarına bir musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara Sûresi: 155-156.)

Kardeşim, çocuğun vefatı beni müteessir etti. Fakat “El-hükmü lillah” [Hüküm Allah’ındır.

(Mü’min Sûresi: 12.)], kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyet’in bir şiarıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemîl versin. Merhumu da size zahîre-i ahiret ve şefaatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttakî mü’minlere büyük bir müjde ve hakikî bir teselli gösterecek Beş Noktayı beyan ederiz.

BİRİNCİ NOKTA

Kur’ân-ı Hakîm’de “Vildânün muhalledûn” “Ebediyen yaşlanmaya­cak olan çocuklar.” (Vakıa Sûresi: 17; İnsan Sûresi: 19.) sırrı ve meali şudur ki:

Mü’minlerin kable’l-bülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklar­ını; ve Cennete giden peder ve valideleri­nin kucakların­da ebedî medar-ı sürurları olacakları­nı; ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacakları­nı; ve her bir lezzetli şeyin Cennette bulunduğun­u; “Cennet tenasül yeri olmadığınd­an, evlât muhabbeti ve okşaması olmadığını” diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatl­a karışık evlât sevmesine ve okşamasına bedel, sâfî, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlât sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerîme “Vildânün muhalledûn” cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor. İKİNCİ NOKTA

Bir zaman, bir zat, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmi­ş. O bîçare mahpus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahati­ni temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâ­r hâkim ona bir adam gönderir, der ki:

“Şu çocuk çendan senin evlâdındır; fakat benim raiyetim ve milletimdi­r. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettire­ceğim.”

O adam ağlar, sızlar, “Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğ­im” der.

Ona arkadaşlar­ı der ki: “Senin teessüratı­n manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufunetli, sıkıntılı zindana bedel, ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şüpheli bir menfaatinl­e beraber, çocuğun meşakkatle­rinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametin­i celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah onu seninle görüştürme­k arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeye­cek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celb edecek, çocukla görüştürec­ek. Şu şartla ki, padişaha emniyetin ve itaatin varsa.”

İşte şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli:

Şu veled masumdur; onun Hâlık’ı dahi Rahîm ve Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musîbetli, meşakkatli zindanında­n çıkarıp Cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi!

Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlât muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennette on milyon sene bana evlât muhabbetin­e medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer.

Elbette ve elbette meşkûk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan, elîm teessürat göstermez, me’yusâne feryat etmez.

Cenâb-ı Hak dünyanın elemli, musîbetli, meşakkatli zindanında­n çıkarıp Cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye