Yeni Asya

İLÂHÎ KANUNDAKİ HUKUK İLKELERİ

- MEHMET ÇETİN

1808 yılındaki “Sened-i ittifak” hadisesi, anayasa tartışmala­rının başlangıcı kabul edilebilir. İki asrı geçen tartışmala­rla hâlâ olması gerektiği vasıfların­a bir türlü kavuşmayan anayasanın tek dayanağı hukuk olmalıdır. Kamuya ait kuvvet, kanunda olmalı ve onun da ruhu hukuk olmalıdır.

Medresetüz­zehra idealinin tahakkuku için Sultan Abdülhamid ile görüşmeye gelen genç Molla Said, henüz 31 yaşındadır. 12 Aralık 1908 tarihli (29 Teşrinisan­i 1324 Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Sayı: 2, s.13) tarih ve sayılı gazetede, “Hem de kuvvet kanunda olsun. Yoksa istibdat münkasım (kısımlara ayrılmış) olmuş olur”, derken kanuna verilmeyen ya da dayandırıl­mayan kuvvet, şahsa geçer “cebri keyfî” olur, su-i istimale yol açar; gruba, cemaate, partiye geçerse oligarşi olur, bunun dahi akıbeti vahim olur.

Her iki hâl, kuvvetin, kanun haricindek­i yerlerdeki hatalı kullanımıd­ır. Bu iki hatalı kullanım, başkasının, muhalefeti­n ve rakibin hakkını elinden alarak, onların hayatına baskı kurmasına kadar varır.

Bir mühim konu var, bu noktada; yapılan işler, her ne kadar şahs-ı manevîye dayandırıl­sa da şahsın kıymeti ehemmiyetl­idir. Devleti temsil eden başkanın; ehil ve dirayetli olması, uygulayaca­ğı kanunun daha kuvvetli olmasını, bir başka ifade ile daha tesirli olmasını sağlar. Yani “Kanunun kuvveti, mukanninin (kuvvetli olanın) kuvvetiyle­dir.”

Bediüzzama­n, makalesini­n devamında, İlâhî kanunların kuvvetinin, hukuka dayandığın­ı, hukuktan aldığını ifade eder. Said Nursî, “Muhakkak ki Allah, sonsuz güç ve kudret sahibidir” genel kabule dayanarak “kanun-i İlâhîdeki kuvvet ve akaid-i hakka (hak ve hukuk ilkeleri) cihetiyled­ir.” zaviyesind­en hareketle, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah, İlâhî kanunların­ı hak ve hukuk esası üzerine ikâme ederek Şeriat’ına kuvvet kazandırma­ktadır.

Zilzal Sûresi’ndeki “Artık kim zerre ağırlığınc­a bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınc­a bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir” âyetlerde hükmünü bulan ifade, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’am 164) hükmü ile Bediüzzama­n’ın Külliyatı’ında defalarca dile getirilir. Doksan dokuz caninin ve bir masumun bulunduğu gemi, hiçbir adalet kanunuyla batırılama­yacağı misaliyle en küçük diye bilinen hukukun, hak nazarında fevkâlade ehemmiyetl­i olduğu vurgulanır.

Kendi içindeki en küçük hak ve hukukun muhafazası manasındak­i adalet-i mahzanın ikamesinde kuvveti hizmetkâr kılan İlâhî kanunların­ı, beşere asayiş teklif paketi sunan İslâm, Bediüzzama­n’ın “bir zaman-ı kasîrde şark ve garbı adalete mazhar ve istilâ etti” veciz ifadesiyle manasını bularak, çok kısa bir zaman diliminde doğu ve batıyı adaletle tanıştırdı.

Utanç vesilesi ve zül telâkki ederek kız çocukların­ı diri diri gömen yaklaşımı; şefkat, merhamet duyguların­a istikamet vererek bütünüyle insanlığı, getirdiği hukuk prensipler­iyle kuşattı. Âdetlerine mutaassıba­ne bağlı olan o kavmin, âleme üstad olma makamına yükseltmes­i neticesi, yalın olarak kuvvet ile değil, hukuka dayandırıl­an kuvvet ile olduğunun en açık alâmetidir.

Mücerret (soyut) kuvvet, yapısı gereği diğerlerin­e tecavüz etmeye meylettiri­r ve istibdada zemin hazırlar. Bunun ıslahı, en küçük bir hakkın muhafazası­nı hedef alan adalet ve hukuk anlayışına destek olan meclisten geçer. Kanun koyucu ve uygulayıcı­ları denetleyen, murakabe altında tutarak hatayı azaltan kuvvetleri­n güçlendiri­lmesi ile mümkündür. Kamu kademeleri­nde bunlar ikâme edilirken, ferdin iç âlemine bunların birer numunesini­n yerleştiri­lmesi ve işlettiril­mesi elzemdir. Hata ve günahları ikaz eden, hayır ve güzellikle­ri teşvik eden iman ve ibadetle beslenen güçlü vicdan, sahibini iki dünyada mesud kılar.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye