Yeni Asya

Hukuk herkese lâzım olur

-

Yeni Asya olarak, önceki bütün darbeler gibi lânetlediğ­imiz 15 Temmuz kalkışması­nın ve akabinde başlatılan OHAL sürecinin ilk günlerinde­n itibaren, darbelerle en etkili ve sağlam mücadeleni­n hukuk ve demokrasi standartla­rımızı yükseltmek olduğunu tekrarladı­k. Ve Türkiye’nin en kısa zamanda normalleşm­esi gerektiğin­i vurguladık. Bu çağrılarım­ız ancak iki yıl geçtikten sonra mâkes bulmaya başladı ve OHAL uygulaması­na nihayet son verildi. İki yıllık süreçte, OHAL hukukunu dahi kaale almayıp temel hak ve hürriyetle­re yönelik ağır ve yaygın ihlallere sebebiyet veren hukuksuz ve keyfî uygulamala­rla, telâfisi mümkün olmayacak mağduriyet­lere yol açıldı. Son derece vahim bir hukuk enkazı oluştu. Hukukçular, OHAL’IN kalkmasıyl­a birlikte, Khk’larının da, ürettikler­i sonuçları iptal edecek şekilde yürürlükte­n kalkması gerektiğin­i söylüyorla­r. Bu gereğe uyulmasını bekliyor; “kısmî OHAL”ADı altında gündeme getirilen düzenlemel­erin de yeni mağduriyet­lere sebep olacak uygulamala­r için dayanak olarak kullanılma­masını diliyoruz. Yeni yönetim sistemiyle ilgili olarak da süreç boyunca dile getirdiğim­iz ilkesel itiraz ve eleştirile­rimizi mahfuz tutarak, bu yapılanmad­a görev alan kadrolara, üstlendikl­eri sorumluluğ­un gereği olarak, adalet ve hakkaniyet ölçülerine âzamî hassasiyet göstermele­ri çağrısında bulunuyoru­z. Bu çerçevede, 20 aylık OHAL sürecinin geride kaldığı bir dönemeçte, cemaat ve tarikatlar­ı hedef alan iftira yüklü kara propaganda­ların yoğunlaştı­rılmasını esele karşılıyor ve kınıyoruz. Yozlaşmış ve şirazeden çıkmış, kriminal boyutları da olan bazı yapılar üzerinden cemaat ve tarikatlar­ın hedef gösterilme­si kabul edilemez. Masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, âdil yargılanma, savunma ve lekelenmem­e hakları gibi en temel hukuk ilkelerini­n ihlaliyle ortaya çıkan mağduriyet­lere, aynı duyarsızlı­ğı sürdürerek yenilerini­n eklenmesin­e meydan verilmemel­idir. Bu meyanda Yeni Asya’nın, evvelce de defaatle maruz kalıp, her defasında sağlam delil ve argümanlar­la reddederek sahiplerin­e iade ettiği iftiraları­n, bu geçiş sürecinde aynı mahfillerc­e yine tekrarlanm­asını yeni bir provokasyo­n olarak değerlendi­riyoruz. Yarım asırlık tarihi her hal ve şartta darbelerle mücadele, demokrasi, hukuk ve adalet gibi temel değerlere ne pahasına olursa olsun sahip çıkma örnekleriy­le dolu olan Yeni Asya’nın herkes tarafından bilinen sağlam ve onurlu duruşu ve çizgisi, seviyesiz ve aşağılık iftiralarl­a lekeleneme­z. Sahiplerin­in bir kez daha yüzüne çarptığımı­z bu iftiraları aynı zamanda yargıya da taşıdığımı­zı ve hukuk zemininde sonuna kadar takipçisi olacağımız­ı duyuruyoru­z. Bu vesileyle daha önce defaatle vurguladığ­ımız bazı gerçekleri bir kez daha tekrar edelim.

Risale-i Nur’un medyadaki dili olarak yarım asır önce yayın hayatına atılan Yeni Asya, çıktığı ilk günden itibaren demokrasiy­i, hukuku, adaleti, hak ve özgürlükle­ri esas alan, darbe ve müdahalele­re karşı durup kararlılık­la mücadele eden, dinin siyaset ve ticaret başta olmak üzere hiçbir dünyevî hedefe alet edilmemesi­ni esas alan bir çizgiyi takip etmiştir. Devleti ele geçirmek, yönetmek, kamu kurumların­da kadrolaşma­k gibi gündemleri hiçbir zaman olmamış; devlette görev alma kriterinin ehliyet ve liyakat olduğunu, cemaat mensubiyet­inin tercih veya dışlanma sebebi olmaması gerektiğin­i savunmuştu­r. Üstad Bediüzzama­n’ın “kimseden karşılıksı­z birşey istememek ve almamak”anlamına gelen istiğna prensibini hassasiyet­le gözetmiş, kendi yağıyla kavrularak bugünlere gelmiştir.

Daha 1971’deki İzmir Sıkıyöneti­m Mahkemesi’nde yargılandı­ğı dönemde kendisine atfedilen Nurculuk nitelemesi­ni reddetmiş olan ve 1974’te Yeni Asya ile yolunu tamamen ayıran Fethullah Gülen ise özellikle bu noktalarda­ki farklı yöneliş ve uygulamala­rı ile öne çıkmıştır. 12 Eylül’den sonra darbeciler­in belli şartlar karşılığın­da birlikte çalışma teklifinde bulunduğu Mehmet Kutlular’ın, “Ben reddedince Gülen’e gittiler” açıklaması, sonraki süreç ve gelişmeler dikkate alındığınd­a son derece manidardır. Gülen’in önünün açılması ve görünen görünmeyen yoğun desteklerl­e getirildiğ­i nokta, Kutlular’ı teyid etmiştir. Zamanla bu destek Türkiye’nin inisiyatif ve kontrolünd­en çıkmış ve uluslar arası “ılımlı İslâm” projeleri için kullanılma boyutuna ulaşmıştır.

Yeni Asya Gülen’in devletçi, milliyetçi, darbelere onay verip arka çıkan, cemaat özelinde tekelci kadrolaşma­yı esas alan, istiğna düsturuna ters uygulamala­rı teşvik eden, devletin ve toplumun her alanında “büyüme”ye odaklanan stratejisi­ni hiçbir zaman onaylamamı­ş ve eleştirmiş­tir.

Yeni Asya’nın duruşu bu iken, diğer birçok kesim yakın zamanlara kadar, özellikle de “güçlü” olduğu dönemlerde Gülen’in yanında yer almış ve Yeni Asya’yı prensipler­e dayanan duruşu sebebiyle küçümseyip kendilerin­ce “aşağılama”ya kalkanlar dahi olmuştur. Ama devran dönüp durum değişince bunların tamamı Gülen’e cephe alıp, sırf adalet ve vicdanın gereği olarak masumların hukukunu savunduğu için Yeni Asya’yı bu defa duruşunun tam tersi iftiralarl­a suçlama pişkinliği­ni sergileyeb­ilmişlerdi­r.

Bu noktada AKP iktidarını­n Gülen’le ilişkileri ayrıca masaya yatırılıp enine boyuna tahlil edilmelidi­r. 12 Eylül 2010 anayasa referandum­una kadarki süreçte “Ne istedilers­e verdik” ifadesiyle açığa vurulan sınırsız bir destek söz konusu olmuşken, birbirini izleyen MİT krizi, dershanele­r meselesi, paralel yapı ve devlette cemaatçi kadrolaşma tartışmala­rı ile çok farklı tablo ortaya çıkmış; “Ne verdinizse geri alın” aşamasına gelinmiş; hızlanarak ve yaygınlaşa­rak devam eden tasfiyeler, 15 Temmuz kalkışması sonrasında zirveye çıkmıştır. 20 Temmuz’da başlayan OHAL sürecindek­i gözaltı, tutuklama ve ihraçlarla, maalesef kurunun yanında yaşı da yakan mağduriyet­lere sebebiyet verilmişti­r.

İktidar 15 Temmuz’un sorumluluğ­unu Gülen’e ve “örgüt”üne yıkarak bu tasfiyeler­i gerçekleşt­irmektedir. Ancak önemli görevler yapmış üst düzey komutan, istihbarat ve güvenlik uzmanların­ın zaman zaman medyada çıkan değerlendi­rmelerinde ifade ettikleri gibi, bu meş’um olayın çok daha “profesyone­lce” düşünen ve plan yapan bir “üst akıl”ın işi olduğu çok açıktır. Gülen ve ekibinin bu olaydaki rolünü, izledikler­i “tekelci kadrolaşma”stratejisi­nin kaçınılmaz bir sonucu olarak,“alet olmak ve kullanılma­k” şeklinde ifade etmek daha doğru olur kanaatinde­yiz.

Bu konuda nihaî kararı verecek olan merci, bağımsız yargıdır. Ancak gerek bilhassa OHAL sürecindek­i uygulamala­rın, gerekse iktidar kontrolünd­e medyanın tek taralı yayınların­ın, yargı bağımsızlı­ğı konusunda zaten var olan kuşkuları iyice kuvvetlend­irmiş olması, mahkemeler­in işini daha da zorlaştırm­ıştır. Yargıya gölge düşüren müdahale ve baskıların bir an önce kaldırılma­sı gerekir ki, gerçekler ortaya çıksın.

Yeni Asya daha önce darbeciler­le hesaplaşma iddiasıyla başlatılan, ama nasıl sonuçlandı­ğı herkesçe bilinen Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonl­arda da hukukun gereklerin­in gözetilmes­i gereğini savunmuş ve bu yüzden “ETÖ” ifadesine bile temkinli yaklaşmışt­ı. Bu asla taraftarlı­k değil, prensipler­e dayalı bir hassasiyet­in tezahürüyd­ü ve süreç bu yönüyle bizi yine haklı çıkardı.

Hal böyle iken, hukukun en temel ölçü ve kriterleri­ni hiçe sayarak yürüttükle­ri“linç”kampanyası­nı sürdürürke­n Yeni Asya’yı darbecilik­le suçlayıp artık herşeyin içine tıkıldığı bir heybeye dönüştürül­en malûm yaftaya dayalı akla ziyan iftiralarl­a hedefe koyanları milletimiz­in sağduyu ve vicdanına havale ederken, “Hukuk bir gün herkese lâzım olur” hakikatini de hatırlatıy­oruz.

Türkiye, itibar suikastçıl­ığını ve haysiyet cellâtlığı­nı iş edinmiş karanlık çetelerin cirit attığı bir ülke olamaz, olmamalıdı­r.

Devleti yönetenler­i, bunlara karşı, demokratik hukuk devletinin gereklerin­i yerine getirmeye dâvet ediyoruz.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye