Emaneti ehline vermek (1)
Mekke fethedildiğinde Peygamberimiz (asm), Kâbe’nin anahtarlarını henüz müşrik olan Osman b. Talha’dan alıp yeni bir düzenleme yapmak ister. Amcası Abbas da (ra) anahtarların kendisine verilmesini arzu eder. Nisa Sûresi’nin 58. âyeti bunun üzerine nazil olur. (Müslim, Hac 390) “Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında adaletle hüküm vermenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah işiten ve görendir.” (Nisa Sûresi, 58.) Emanet kavramı içine herşey girer: İş, yöneticilik, makam-mevki, müdürlük, milletvekilliği, bakanlık, cumhurbaşkanlığı, ihale, vs.“emanetin adaletle” birlikte zikredilmesi ve Müslümanlar arasında değil, “insanlar arasında” denmesi manidar. İşi, ihaleyi, makam mevkileri “inançlara” göre değil, ehliyete ve liyakate göre yapılmasını emreder. Demek ki, “emanetin ehline” verilmemesi, adaletsizliktir, zulümdür. Peki, siz “emaneti” kime veriyorsunuz? Ehline, uzmanına, liyakat sahibine, hak edene, lâyık olana mı veriyorsunuz? Yoksa, anne-babanıza, çocuğunuza, eşinize, kardeşinize, akrabalarınıza, dindaşlarınıza, cemaatdaşlarınıza, milliyetdaşlarınıza, partidaşlarınıza mı veriyorsunuz? Dindarlara mı, başörtülülere mi veriyorsunuz, dini hassasiyeti az, fakat liyakatli olanlara mı veriyorsunuz? Dindar bir doktora mı gidiyorsunuz, yoksa gayr-i müslim de olsa hâzık, uzman bir doktora mı? Otobüse bindiğinizde şoförün dindarlığına mı bakıyorsunuz, ehliyetine mi? Gemiye, feribota kaptan olarak kimi seçiyorsunuz; ilahiyatçıyı mı, müftüyü mü? Yoksa, liyakatli, ama namazsız, niyazsız, işbaşında değilken-zira kontrol ediliyor-içki içene mi? Uçağın kaptan pilotluğuna âlimleri, evliyaları mı seçiyorsunuz? Saati, iyi saat yapan gayr-i müslim bir saatçiye mi tamir ettirirsiniz, fakat saat işinden az anlayan mütedeyyin bir Müslümana mı? Misaller çoğaltılabilir. Peki, ülkenin yönetimini neden ehline, liyakatli olana, siyaset ve idarede ehil olan Demokratlara, hürriyetçilere değil de, “hanımı başörtülü, babası sakallı, kendisi dindar” olanlara veriyorsunuz? “Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim birşeyde çok tevaggul etse, galiben başkasında gabîleşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki, maddiyatta tevaggul eden, mâneviyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran, maddiyatta mahareti olanın mâneviyatta hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şâyân-ı istimâ değildir. Evet, bir hasta, tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal ederse, akrabasına tâziye vermeye dâvet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat, s. 15.)