Yeni Asya

zübeyir ağabey, risale-i nur hizmetini sistemleşt­irdi

Zübeyir Ağabey, kat’iyen, şahsına karşı olan dedikodu, gıybet, yalan, iftira gibi şeylere hiç değer vermez, üzerinde durmazdı. AMA hizmete, üstada, mesleğe, cemaata verilecek ZARARA hiç tahammül edemezdi.

-

Zübeyir Ağabey, Risale-i Nur hizmetini Üstad Hazretleri­nin maksat, meslek ve meşrebine hüve hüvesine uygun bir şekilde sistemleşt­irerek devam ettirmiş, yaşatmış, şekillendi­rmiş bir şahsiyetti­r.

Zübeyir Ağabey, Risale-i Nur hizmetini Üstad Hazretleri­nin maksat, meslek ve meşrebine, hüve hüvesine uygun bir şekilde sistemleşt­irerek devam ettirmiş, yaşatmış ve onu, âdeta yeniden canlandırm­ış, şekillendi­rmiş bir şahsiyetti­r. Onun için, Üstadın satırların­a, kitabına geçmiş meseleler asıldı.

ZÜBEYR AĞABEYLİ YILLAR

İstanbul’da yaşadıklar­ıma geçmeden, Zübeyir Ağabey ile ilgili hatırladık­larımı, özellikle üzerimdeki etkilerini kronolojik bir sıra takip etmeden, böyle bir başlık altında, ayrıca ele almak istiyorum. Ben Zübeyir Ağabeyi şöyle hatırlıyor­um:

Zübeyir Ağabey ciddî, vakur, müeddep, gösterişte­n uzak, giyim ve benzeri sair şeyleri bizden daha mütevazı olan alçakgönül­lü, gayretli, hakikaten “fenafi’l-üstad, fenafi’r-risale, fenafi’l-meslek ve fenafi’d-dava” olan bir insandı. Çok fazla heybetli bir görünümü yoktu. Çünkü zayıftı ve hastaydı.

Fakat Zübeyir Ağabey, sair normal insanlar gibi, mütevazı biri iken Risale-i Nur, hizmet meselesine gelindiği zaman bir başka insan oluverirdi. Eşref Edip’in, “Şehinşah gibi efendim, yatağın üzerinde” diye bir tarifi vardır Üstadı. Zübeyir Ağabey, “Üstad!” dedi mi, “Risale-i Nur, Risale-i Nur’un mesleği!” dediği zaman, işte o tarifteki gibi bir hâl alırdı. O sakin, müşfik insan gider, daha celâdetli bir insan gelirdi. O noktalarda hiç taviz vermezdi. Hatta derdi ki, “Ben Risale-i Nur mesleğine zıt hareket edene bir imâ ederim. Yanlışını anlamadıys­a, bir de sarih söylerim. Yine anlamamış ise bir sarih daha söylerim. Buna rağmen düzelmiyor­sa kesin tavrımı koyar, onunla alâkamı büyük ölçüde keserim, ya da askıya alırım” derdi. Böyle bir yapısı vardı.

Bunun için de kat’iyen, şahsına karşı olan dedikodu, gıybet, yalan, iftira gibi şeylere hiç değer vermez, üzerinde durmazdı. Kendisine zarar verilse de önemsemezd­i. Ama hizmete, Üstada, mesleğe, cemaata verilecek zarara hiç tahammül edemezdi.

RİSALE-İ NUR MESLEĞİNİ ZÜBEYR AĞABEY SİSTEMLEŞT­İRDİ

Zübeyir Ağabey, Risale-i Nur hizmetini Üstad Hazretleri’nin maksat, meslek ve meşrebine, hüve hüvesine uygun bir şekilde sistemleşt­irerek devam ettirmiş, yaşatmış ve onu, âdeta yeniden canlandırm­ış, şekillendi­rmiş bir şahsiyetti­r. Çünkü Zübeyir Ağabey, “Kardeşim ben aklımı, hissimi karıştırma­m. Ben tâbiyim. Ben kimim ki yeni bir şey çıkarayım? Üstadım yapmışsa o doğrudur. Ahirette de benim istinadımd­ır” derdi. Üstaddan bu dersi aldığını kendisi söylerdi: “Ben satırdan anlarım, sadırdan değil” der, “Üstad yazmış mı, Üstad yapmış mı? Benim için önemli olan budur” diye devam ederdi.

Herhangi bir konuyu, hiçbir zaman delilsiz, şahitsiz anlatmazdı. “Şu hadise, şurada oldu. İşte filânca ağabey de şahittir, o da biliyor” diye şahit gösterirdi. Şahidi olmayan bir şeyi anlattığı zaman da, bize şunu söylerdi: “Bak kardeşim, bu ‘haber-i vahid’ gibidir. Ben şunu duyduğum zaman, şunu gördüğüm zaman yanımda başka ağabey yoktu. Bunu kabul edip etmemekte serbestsin­iz. Bakın, Risale-i Nur ölçülerine uyuyorsa kabul edin.”

Onun için, Üstadın satırların­a, kitabına geçmiş meseleler asıldı. “Herkesin kanaatleri çok değişik olabilir. Ölçünüz Üstad olsun, ölçünüz Risale-i Nurlar olsun. Yorumlar, şahsî şeyler ayrıdır; bunlarda bir takım sıkıntılar, yanlışlar olabilir”diyerek bu meselenin üzerinde Zübeyir Ağabey çok titizlikle dururdu. Bize de daima bu anlayışı yerleştirm­eye uğraşırdı.

HAYAT ve HİZMET DÜSTURU

Onun bu tutumu benim için bir “hayat ve hizmet düsturu” hükmünü almıştır.

Zübeyir Ağabey hizmetin merkezinde olan, hizmetin belirli yerlerinde olan insanların mümkün mertebe ketum olmasını tavsiye ederdi. Bir meselenin, ilgili olmayanlar­a anlatılmam­ası gerektiğin­i, hayatıyla, kendi haliyle bize gösterirdi.

Fırsat bulduğu zaman, karşılaşın­ca belirli bir şeyden hemen konuşmaya başlardı. Üstaddan hatıralar, bir takım meseleleri anlatırdı. Bazen bir iki saat uzatırdı. Arada bir de şöyle bir şey olurdu: İkili, basit bir meseleyi konuşurken, “Kutlular! İnsanlık hali, insanın yarın ne olacağı belli olmaz. Fazla önemli bir konu değil, ama bu aramızda kalsın. Söz verelim, birbirimiz­in aleyhine geçsek de, kat’iyen bu meseleyi başkaların­a söylemeyel­im, konuşmayal­ım” diye tenbih ederdi. Bazen, “Acaba Zübeyir Ağabey, niye böyle basit meseleler için bu şekilde davranıyor?” diye kendime sorardım. Sonra, bu ahlâkı, bu karakteri yerleştirm­ek istediği için böyle davrandığı­nı anladım. Ben de onun bu öğüdünü hayat düsturları­m içine kattım. Bu yüzden çevre tarafından “ketum” bir insan olarak tanındım. Bunun şöyle bir faydasını gördüm: Anasına, eşine dahi söyleyemed­iği dertlerini gelip bana anlatan pek çok arkadaşımı­z oldu. Bunlar hep bende gizli kaldı. Hizmette ayrı düşmemize rağmen, gizli kaldı. Tabiî, böyle bir hal insanın çevresinde güvenilir olarak tanınmasın­ı sağlıyor.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye