BEDDUA ALMAYIN, YOKSA ÇARPILIRSINIZ
Genç, şehir merkezinde motosiklete biniyor. Eksozuna öyle bir aparat taktırmış ki, dehşet gürültü çıkarıyor. Ve bu kişi aynı mahallede dönüp duruyor.
Beyaz masa, trafiğe; trafik, ekiplere havale ediyor. Aciz insanların da kahrından başka elinden bir şey gelmiyor. Alt kattan, yaşlı teyze, “Allah kahretsin!” diye sesleniyor. Bedduâ iyi değil, ama bu gürültü de hiç iyi değil.
Şehir hayatında küçücük sitelerde, apartmanlarda yüzlerce insan yaşıyor. Bu insanların hastası var, uyuyan bebekleri var, yorgunları var…
Yerleşim yerlerinde kurallar hükmetmeli. Kurala uymayanları da ilgili yöneticiler takip etmeli. Yoksa herkes kafasına göre takılır. Toplum birbirinden şikâyetçi hale gelir. İşin tadı kaçar.
Çocuk bisiklete pompalı kamyon kornası taktırmış. Motosiklet eksozuna takılan aparat, ara ara bomba gibi ses çıkarıyor. Uyku saatinde semtten geçen kamyon şoförü alabildiğine rahatsız edici şekilde kornaya basıyor. Bunlar nedir Allah aşkına! Bu sefer, yatağında hastalık çekenlerden, gece uyuyamamış annelerden, gözüne uyku girmemiş yaşlılardan bedduâlar yükseliyor.
Peki bu işin sorumluları yok mu? Bu bedduâlar onlara da gitmez mi? Kural tanımazlar ortalıkta cirit atacak, kimse onlara ses çıkarmayacak. Olur mu?
Bence, insan bedduâ almaktan, belâlara düçâr olmaktan korkmalı. Başkalarının hakkına girmek belâlara dâvetçidir. Kimsenin yaptığı yanına (dünyada da ahirette de) kâr kalmaz. Buna inanmalı insan. Birbirine merhameti gelişmeli. Yoksa Allah’a yükselen masumların, mazlûmların ahları gelecek belâ faturasını daha ağır hale getirir. Allah muhafaza!
En iyisi, kimse kimseye rahatsızlık verip, kul hakkına girmesin. Kimsenin bedduâsını almasın. Sorumlular da bu rahatsızlık verenlere meydanı bırakmasın.
Herkes sınırlarını bilsin, görevlerini lâyıkıyla yapsın. Hayata vicdan ve hukuk hükmetsin. Yoksa belâ kapıları aralanır, kendi kıyametimizi başımıza kendimizi koparırız. Arada masumlar da yanar. Allah korusun!
Yine de şikâyet mekanizması işletilmeli ve rahatsızlık ifade edilmelidir.