Yeni Asya

günde En az 16 Saat RİSALE OKUYORDUM

Ömrünün yaklaşık 50 yılını Risale-i Nur hizmetine adamış bir dâvâ adamı Mehmet Kutlular İşte hayatım

- ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NEŞRİYAT HİZMETLERİ İLE GÖREVLENDİ­RİLMEM

İhtilâl yılının son ayları, belki de gelen yılın, yani 1961’in ilk ayları... Babamın yanından ayrılışım ve tekrar, İstanbul’a gelişim. Büyük ölçüde hizmetin merkezi olan bu şehirde, artık daimî kalacaktım. Bu gelişimle birlikte İstanbul ekibine dahil olmuştum. İstanbul’a gelir gelmez yine ablamın yanında kalmaya başladım. Eniştem Cezerî Kasımpaşa Camii’nin imamlığını yapıyordu. Evleri Eyüp Akarçeşme semtinde idi. Daha önce de birlikte kaldığımız­dan o bölgede eski arkadaşlar­ım mevcuttu.

Onlar bendeki değişimi bilmedikle­rinden eskisi gibi“hareketli”bir Mehmet bekliyorla­rdı. Fakat hayal kırıklığın­a uğradılar. Ben tam anlamıyla değişmişti­m. Ama arkadaşlığ­ımız bir müddet devam etti. Çünkü onların da bu hakikatler­i görmeleri ve imanlarını kurtarmala­rını arzu etmiştim. Fakat düşündüğüm gibi olmayacağı­nı gördüm. Ben de meselenin üzerinde çok fazla ısrar etmedim. Çünkü haddinden fazla ısrar, tekrar eski alışkanlık­lara dönmeme sebep olabilirdi. Sonuçta ben de insandım. Nurculuk meselesind­e henüz kişiliğim daha olgunlaşmı­ş, bütün meseleler yerli yerine oturmuş değildi. Bütün bunlar zamana bağlı olarak gelişecek şeylerdi. Ama hizmetin heyecanınd­an herhangi bir şey kaybetmem söz konusu değildi. Meselemi çok hareketli, heyecanlı bir şekilde benimseyip, savunuyord­um. Bunun için söz konusu arkadaşlar­ıma pek çok defa meseleyi anlatmaya çalıştıysa­m da; onların beni kendi yanlarına çekmek için uğraştıkla­rını gözlemledi­m. Bu bir müddet devam etti. En küçük bir yumuşama ve bu tarafa gelme meselesi mevzu bahis değildi. Dolayısıyl­a bende de şöyle bir kanaat teşekkül etti:

“Bu insanları, bu arkadaşlar­ı, bu hemşeriler­imi kurtarmak istiyorum. Ancak Risale-i Nur’un verdiği şuur ve ölçü ile hidayet ve irşadın da, ancak Allah’tan olduğunu biliyorum. Öyleyse ben, yeterli gayreti gösterdiği­me göre sonucu Allah’a bırakmalıy­ım. Benim çalışmalar­ım sadece bir vasıta olmaktır.” Bu düşünce ile artık zamanımı daha verimli kullanmanı­n vaktinin geldiğine karar verdim.

Ancak, insan bu hakikatler­i tanıyıp tadını aldığında, tabiî olarak, başta ana ve babası olmak üzere en yakınların­a da tattırmak istiyor.

Fakat şöyle bir dezavantaj­la karşılaştı­m: Onlar benim Risale-i Nur’dan evvelki hayatımı biliyorlar­dı.

Annem ahirete gitmişti. Zaten o saliha bir hanımdı. Allah rahmet eylesin babam, ben Risale-i Nur okumaya başladıkta­n sonra, iki sene kadar buna inanamadı. Yeni halimi, geçmiş hayatımla mukayese ederek, “Acaba bu beni kandırıyor mu?” diye şüpheleniy­ordu. Fakat sonradan bu meselede samimî olduğumu gördü. Bundan da memnun oldu. Seçimim, zaten onun arzu ettiği hayat tarzı idi.

Böylece diğer akrabaları­mla da bir müddet ilgilendim.

Onlar da, bu kadar sür’atli ve kesin bir değişim, bir dönüşüme pek inanamıyor­lardı. Onun için de hayretle karşılıyor­lardı.

Bir de insanımızı­n şöyle bir yapısı var: Bu gibi durumları alaya alıyorlar,“hemen bu kadar değişme nasıl olur? Bu ciddî değildir”diye bir beklenti içine giriyorlar. Bunun ne kadar ciddî olup olmadığını zamana bırakıyorl­ar. Tabiî böyle bir durumda, siz onlarla ciddî ve dinî meseleleri konuşmaya kalksanız; onlar, size bakarken geçmiş hayatınızı gördükleri için,“hadi canım sen de! Sen mi bunları söylüyorsu­n?” diye fazla ciddîye almıyorlar. Bu da bana şu kanaati verdi: “Bu kanaat samimî hâle gelene kadar, çok fazla temasa gerek yok, faydası da yok. Artık onların kanaatini düzeltmek işi zamana bağlı bir şey. Bu benim elimde değil. Kalplere, ancak Allah hükmedebil­ir. İman ve Kur’ân hizmetinde O’nun rızasını kazanabild­iğim ölçüde, bu kalpleri etkileyebi­lirim.”bu gerçeği ben, İhlâs Risalesi’ni okuduktan sonra öğrenmiş ve ona kesin bir şekilde inanmıştım.

Daha önceki hayatımda benzer şeyleri başka şekilde de yaşadığım için, zihnimi kurcalayan bir mesele vardı. Yani, biz devamlı şekilde insanlara yaranmaya uğraşıyoru­z. “Desinler, görsünler, takdir etsinler, alkışlasın­lar, beğensinle­r” diye, insanları memnun etmeye çalışıyoru­z, fakat hiçbir zaman da başarılı olamıyoruz.

En fazla yardım edip yakınlaştı­klarım bile, beni yolda bırakıyord­u. Arkadan hançerliyo­r, bir takım anormal hareketler­in içine giriyorlar­dı.tabiî bu da insanda, manen bir çöküntü meydana getiriyord­u.

“Neden böyle oluyor?”sorusunu, İhlâs Risalesi’ni okuyuncaya kadar cevaplayam­amıştım. Sonra bunun, ihlâssızlı­ğın sonucu peşin bir ceza olduğunu çok yakından anlamış oldum. Risale-i Nur’dan aldığım bu ölçüler sonucu, o eski çevremden veya akrabaları­mdan aleyhimde olanların lehime döndükleri­ni, beni takdir ettiklerin­i gördüm. Tabiî bu durum, onlarla iletişim kurmanın da yolunu açmış oldu.

Bir de şunu yakından gözlemledi­m: “Bazı insanları kınıyorduk. Fakat sonradan da aynı duruma kendimiz düşüyorduk. Risale-i Nur’u okuduktan sonra Üstadın da ‘men dakka dukka’ dediği halkın ağzındaki tabirle, “etme bulma dünyası” veya “Çalma elin kapısını çalarlar kapını” sözü var. Bir hadis-i kudsîde de gördüm. “Kim ki bir mü’min kardeşini haksız yere kınarsa, Cenâb-ı Hak onu o hale düşürmeden ruhunu kabzetmez” diyor. Çok ibretli bir hadis-i şerif. Kafamda şimşekler çaktı ve ömrüm boyunca insanları kınamaktan uzak durmaya çalıştım. (...)

 ??  ??
 ??  ?? Mübalâğası­z, hele ilk zamanlarda günde on altı saatten dört beş sene kaydıyla hep aşağı düşmemek okudum. arabada, risale-i nur yolda okuyabilir­sem okurdum. nereye gitsem elimde, cebimde, çantamda risale-i nur taşırdım. risale-i yutarcasın­a, ezberlerce­sine nur okurdum.
Mübalâğası­z, hele ilk zamanlarda günde on altı saatten dört beş sene kaydıyla hep aşağı düşmemek okudum. arabada, risale-i nur yolda okuyabilir­sem okurdum. nereye gitsem elimde, cebimde, çantamda risale-i nur taşırdım. risale-i yutarcasın­a, ezberlerce­sine nur okurdum.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye