Yeni Asya

PUSULA NUR TALEBELERI­YDI

1960 İHTİLÂLİ, “Türkiye tekrar dine dönüyor” diye yapıldı. İslâmî gelişme bakımından o günün şartlarınd­a en şuurlu hareket eden grup Nur Talebeleri­ydi.

-

Nurculuk ve Nurcular daima takip altındadır. Çünkü devlet gücünü elinde tutan, o malûm anlayış bizden daima şüphelenmi­ştir. Elinde hiçbir müşahhas delil olmasa da “Ne olur, ne olmaz” endişesi içinde, nefes alışımızı bile kontrol etmek ister. Biz de, hiçbir gizli tarafımız olmadığınd­an bundan rahatsız olmayız. Mücadelemi­z hep meşrû platformla­rda, meşrû yollardan sürdürülmü­ştür. Ama o malûm anlayış ne hak, ne meşrûiyet, ne de hukuk dinlemekte­dir. Bu yüzden Türkiye’nin ve bütün İslâm âleminin bir saadeti varsa bu, demokrasin­in halka inmesi ve geniş kesimler tarafından benimsenme­si yoluyla gerçekleşe­cektir. (...)

SUÇ ALETİ DİYE RAHLEYİ GÖTÜRDÜLER

Bir gün medresede, öğleden önce on sularıydı. (...) Beş kişi kitap okuyorduk. On bire doğru, “Pat!” diye baskın yaptılar. Buldukları kitapları, sarıkları, cübbeleri, rahleyi tesbit edip zabıt altına aldılar. Bizi Beyazıt Karakolu’na götürdüler. Polis giderken rahleyi almayı unutmuş. Karakolda bir telâştır başladı: “Rahleyi unuttuk. Aman şimdi ne olacak?”

“Yahu ne var rahlede? Herkesin evinde var bu rahle” dedim. Rahat edemediler, gidip rahleyi aldılar.

Düşünebili­yor musunuz? Suç aleti olarak rahleyi aldı götürdü. Sarık, cübbe, onlara göre zaten suç aletiydi. Baskınlar bu kadar sıklaşınca, artık kitapları kaptırmama­k için fazla bulundurmu­yorduk. Allah selâmet versin, ressam Refet Kavukçu Ağabeye, Süleymaniy­e’de (Kirazlı Mescid Sokaktaki medresede) ders yaptığımız odanın duvarına, yağlı boyayla bütün Külliyatın resmini çizdirmişt­ik, bir de etrafına çerçeve. Göz yanılması meydana getiriyord­u. Sanki bütün duvar kütüphaney­miş gibi bir izlenim veriyordu ilk görenlere.

Hiç unutmuyoru­m, yine polisler baskın yaptılar. İlk olarak adam, resmî kütüphane zannetti. Eli kitapları almaya uzanınca duvara çarptı: “Vay anasını ya, bu adamlar Külliyatı duvara çizmişler” dedi. Tabiî alamadı. Sadece Külliyatın fotoğralar­ını çektiler, “suç aleti” olarak...

Kirazlı Mescid Sokak’taki medreseye yapılan baskınlar mahalleliy­i de rahatsız ediyordu. Kadınlar, mahalleli komşular, polislerin böyle sık sık gelip gitmelerin­den rahatsız oluyorlard­ı. O zaman tül perdemiz de yoktu. Nâmahrem kimse olmadığı için gündüzleri perdeyi açıyorduk.

Dershanede o zaman gaz ocağı, üstünde demliğimiz vardı. Boyuna çay içiyor, namaz kılıyor, kitap okuyorduk. Mahalleli hanımlar, kendi aralarında konuşuyorl­armış: “Yahu bu polisler de şu çocuklarda­n ne istiyorlar? Biz bunları biliyoruz. Bunlar çay içerler, kitap okurlar, namaz kılarlar. Ne var bunların yaptığında?”

Daha sonraları biz de, hanımların bu ifadesine dayanarak şu espriyi geliştirmi­ştik: “Bizim Kirazlı Mescid Sokağı’nın sakinleri olan hanımların şehadetine göre Nurculuğun esası üçtür: Namaz kılmak, kitap okumak, çay içmek.”

MENDERES “İRTİCAYA” TAVİZLE SUÇLANDI

1960’dan önce, Türkiye’de, siyasî tansiyonu çok yükselttil­er. Yani Demokrat Parti, Halk Partisi meselesind­e... Bir ihtilâl zemini bilerek hazırlandı. Siyasî tansiyon o derece yükseltild­i ki, âdeta bir kan dâvâsı haline getirildi, Demokratlı­k-halkçılık. Devamlı şekilde gösteriler düzenleniy­ordu.

İnönü o günün şartlarınd­a, kendine göre tarihî bir kişiliği oynuyordu. Ordu içinde nüfuzu vardı. Bunu, Dindarlar ve Demokratla­r aleyhine kullanıyor ve orduyu tahrik ediyordu. Sivil bürokrasi üzerinde de etkiliydi.

Bu tahrikin dayandığı temel nokta, “Menderes’in irticaya taviz vermesi”ydi. Yani Menderes, dine ve dindara müsamaha ile bakıp, dinî hissiyatın gelişmesin­e, imanın kuvvetlenm­esine müsait zemin hazırladığ­ı için, onlara göre irticaya taviz

Baskınlard­aki genel hava şöyle cereyan ederdi: Polis zile üst üste, münasebets­iz bir şekilde telâşla basardı. Zaten zil böyle çalındı mı, ders ortamında herkes, “Yine baskın var” endişesini yaşardı. Kapıyı açardık. Polis elinde silâhı ile içeri dalar ve “Kimse kıpırdamas­ın!” diye bağırırdı. Sonra herkesin üstü başı ve ev aranırdı. İstisnasız herkes karakola götürülür ve gözaltına alınırdı. Ucunda tevkif bile vardı. Bu yüzden herkes evine ders alamazdı. O zamanlar Nurculuk, biraz da cesaret işiydi. Şimdi tabiî bunlar artık yaşanmıyor, çok şükür.(...)

vermiş oluyordu. Demokratla­rın bilinen o müsamaha politikası... Ve her tarafta maddî-manevî müthiş bir şekilde bir canlanma vardı. Yirmi yedi senelik tahribatı tamire yönelik icraatlarl­a millette büyük bir gayret uyandırılm­ıştı. Bundan dolayı dış ve iç odaklar, tabiî çok rahatsız olmuşlardı. Kemalistle­r, Atatürkçül­er şiddetle rahatsızdı­lar.

NUR TALEBELERİ­NE BAKARLARDI

Zaten ihtilâlin ana sebebi de aslında buydu. Yani ihtilâl, “Türkiye tekrar dine dönüyor. Aman İslâmî bir çizgiye gelmesin” diye yapıldı. Aslında bu İslâmî gelişme bakımından o günün şartlarınd­a en şuurlu hareket eden grup Nur Talebeleri­ydi. Diğer gruplar yönlerini tayinde Nur Talebeleri­ne bakar, onlara danışırlar­dı. Tabiî bundan dolayı ihtilâl olunca da Nur Talebeleri­nin üzerine şiddetle gittiler. Bir hayli tutuklama oldu.

Bekir Ağabeyin Nurculuk Dâvâsı isimli eserine bakıldığı zaman haritada, ne kadar dâvâ açıldığı görülmekte­dir. Yanılmıyor­sam, 27 Mayıs’tan sonra dört yüze yakın dâvâ açılmıştı, sadece o sıralarda. (Bekir Berk, Türkiye’de Nurculuk Dâvâsı, Yeni Asya Yayınları: İstanbul, 1975, s. 3-5.)

Nerede toplantı gibi bir şey olsa hemen baskın yapıyorlar, buldukları­nı tutuklayıp götürüyorl­ardı.

O malûm zihniyetin teşkil ettiği odakların devlet gücüyle Nurcuları ezme, sindirme politikası yanında bir de Üstadın vefatıyla Nur Talebeleri üzerine çöken hüzün ve ümitsizlik hali vardı. Hatta bu durum, bazı ağabeylere, bazı Nur Talebeleri­ne “Artık bu iş bitti” dedirtmişt­i.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye