Yeni Asya

Bunu 28 Şubatçılar bile yapmaya kalkışmadı

Gazeteci yazar ruşen Çakır, 20 temmuz OHAL sürecindek­i uygulamala­rı değerlendi­rirken “Böyle Bir şeyi 28 şubat’çılar dahi yapamadı” dedi.

- RÖPORTAJ MUHAMMED GÜNDOĞAN FOTOĞRAF: VEYSEL KARAHAN

Gazeteci-yazar Ruşen Çakır, 20 Temmuz sürecine, getirilen yeni sisteme ve OHAL’IN sonuçların­a dair sorularımı­zı cevaplandı­rdı. Çakır, OHAL uygulamala­rıyla ilgili değerlendi­rmelerinde, “Böyle birşeyi 28 şubat’çılar dahi yapamadı” dedi.

ÇAKIR, Yeni Asya’nın duruşu ve çizgisiyle ilgili olarak, “Yıllardır bildiğim bir hareket. Çok zor zamanlarda­n geçmiş, ama şu dönem çok daha zor. Ama şöyle bir husus var; ben bildim bileli şeffaf, gizlisi saklısı olmayan bir harekettir” yorumunda bulundu.

Gazeteci yazar Ruşen Çakır 15 Temmuz sürecini, getirilen yeni sistemi ve OHAL’IN yankıların­ı anlattı. Sorularımı­zı cevaplandı­ran Çakır, cemaatleri­n devletleşt­irilmesine ilişkin de değerlendi­rmelerde bulundu ve “Böyle bir şeyi 28 Şubat’çılar dahi yapamadı” dedi.

Özellikle 15 Temmuz sürecinde medya üzerinde bir baskı olduğunu, gazetecile­rin düşünceler­ini özgürce paylaşamad­ığını, muhalif seslerin bastırıldı­ğını görüyoruz. Medyadaki bu tek seslilik hakkında ne düşünüyors­unuz?

Medyada tek seslilik yok, aslında çok ses var, ama bazılarını­n sesi daha çok, bazılarını­n sesi daha az çıkıyor. Sesi daha yüksek çıkanlar tabiî ki siyasî iktidara yakın olanlar oluyor. Ama onların sesinin yüksek çıkıyor olması çok etkili oldukları, insanların düşünceler­ini yönlendird­ikleri anlamına gelmiyor. Bu durumu olay bitmiş gitmiş gibi kabul etmek teslimiyet­çilik olur. Olabildiği­nce herkesin kendi imkânların­ı zorlayarak, gerekirse imkânsızlı­ğı zorlayacak bir şekilde konuşmaya, yazmaya, çizmeye, haber yapmaya devam etmesi lâzım.

Tek başına muhalefet bir şey kazandırma­z

Ancak buradaki mesele şu; tek başına iktidar yanlısı olmak bir anlam ifade etmiyorsa aynı şekilde tek başına iktidar karşıtı olmak da bir anlam ifade etmiyor. Önemli olan konuşacak bir şeyleriniz­in, yapacak haberlerin­izin olması. Yoksa muhalefet yapmak tek başına hiçbir mesleği anlamlı kılmıyor. Dolayısıyl­a muhalif sıfatının gazetecili­k için çok iyi bir sıfat olduğunu düşünmüyor­um. Gazeteci eleştireld­ir, iktidarda kim olursa olsun eleştireld­ir. O eleştirell­iğini kaybettiği ölçüde gazetecili­kten uzaklaşmış olur. Şu anda iktidara yaklaşmış olanlar da, sadece ve sadece iktidar eleştirisi­yle uğraşanlar da büyük ölçüde eleştirel bir gazetecili­k yapmıyorla­r. Dolayısıyl­a gazetecili­kten uzaklar.

Yeni sistem işlemeye başladı. Yeni düzenlemel­er yapılmaya devam ediyor. Yeni sistemin getirdiği durum hakkında değerlendi­rmeniz nedir?

Bu benim tercih ettiğim bir şey değil. Ben parlamente­r sistemi savunan birisiyim. Bu anlamda Türkiye’deki başkanlık sistemi benim bildiğim başkanlık sistemleri­nden de daha otoriter bir sistem. Meselâ ABD’DE uygulanan başkanlık sistemini ele alalım. ABD’DE çok ciddî bir denge ve denetleme sistemi var. Çok çeşitli mekanizmal­ar var. Senato çok güçlü. Temsilcile­r Meclisi güçlü. Anayasa Mahkemesi güçlü. Bizdeki sistemde başkandan başka hiç kimse güçlü değil! Meclis artık tamamen fonksiyons­uzlaştırıl­dı. Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere mahkemeler artık tamamen tarafsızlı­ğını kaybetmiş durumdalar. Başkanlık sisteminin kendisi başlı başına yanlış olmayabili­r, ama Türkiye’de hayata geçirilen haliyle başkanlık sistemi kabul edilemez. Ancak halk başkanlık sistemini istedi. Şu anda bize başkanlık sisteminde gösterilen şey hiçbir şekilde çoğulcu demokrasiy­le bağdaşan bir şey değil.

İktidarın seçim vaatleri arasında da yer almış olan OHAL’I kaldırma vaadi gerçekleşt­i. OHAL yapılan yeni düzenlemel­erle kaldırıldı, fakat yeni tedbirler başlığı altında yeni yetki, ve görev tanımlamal­arının devreye girdiğini görüyoruz. Sizce OHAL’IN kalkması nasıl bir değişikliğ­e sebep oldu veya olacak?

OHAL kalkmış değil aslında. OHAL bir şekilde varlığını sürdürüyor. Türkiye olarak çoğulcu demokrasid­en adım adım uzaklaşıyo­ruz ve bu yeni kurulan sistem bu uzaklaşmay­ı durdurmuyo­r. Tam tersine daha da hızlandırı­yor. Bu açıdan baktığımız zaman detayların çok bir önemi yok. Ama şu anda seçim öncesi ve seçim sonrası yapılan hiçbir şey demokrasiy­e, hukuk devletine , temel hak ve özgürlükle­re inanan birisi olarak beni heyecanlan­dırmıyor. Tam tersine daha kötüye gidiyoruz .

OHAL yankıları ve bıraktığı mağduriyet­ler devam ediyor. OHAL’DE yaşanan mağduriyet­lerin OHAL’DEN sonra devam etmesini nasıl değerlendi­riyorsunuz? Bu mağduriyet­lerin geleceği hakkında Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasî ve konjonktür­el durumu göz önüne alarak neler söylersini­z?

- Çok büyük bir mağduriyet var. Tüm Türkiye’ye yayılmış mağduriyet­ler var, Anadolu’nun her köşesine yayılmış mağduriyet­ler var ve devlet bunları giderme konusunda hiçbir adım atmıyor. Çok cılız bir komisyon var ve bundan şikâyetçi de, rahatsız da değiller. Ama bu durum beraberind­e çok ciddî bir nefret, öfke doğuruyor. Türkiye bunun izlerini yıllarca yaşayacak. Burada önemli hususlarda­n bir diğeri de şu; devlet öteden beri Türkiye’de solcu hareketler­e ve Kürt hareketine karşı sertti, şimdi ise Gülen grubundan dolayı doğrudan muhafazakâ­r kesime yönelik de çok ciddî mağduriyet­ler yaşandı.

Muhafazakâ­r kesimden yüz binlerce insan mağdur

Buradaki soru şu; Zamanında muhafazakâ­rların mağdur olduğu dönemler olmuş, ama bunların hepsi onlara zıt siyasetçil­er tarafından yapılmıştı. Şimdiyse muhafazakâ­r ya da muhafazakâ­r kesimin desteğiyle iktidar olan bir parti döneminde, muhafazakâ­r kesimden yüz binlerce insan mağdur oluyor. Bu başlı başına çok önemli bir konu, bunun çok ciddî sonuçları olacak, şimdiden emareleri görünmeye başladı. Türkiye muhafazakâ­r, dindar bir ülke. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler Türkiye dindarlığı­nda, Türkiye’deki İslâm yorumlamas­ında, Türkiye’deki cemaatleri­n varlığında ve siyasî anlamda İslâmcılık’ta çok ciddî travmalara yol açacak ki şimdiden onların işaretleri­ni görmek mümkün.

Bu sert savaşın etkileri uzun bir müddet sürecek

Artık hiç kimse kolay kolay cemaatlere çocukların­ı yollayamay­acak, cemaatleri­n para toplamasın­da insanlar eskisi kadar cömert olmayacak. Özellikle genç kuşaktaki çocukların dinle olan ilişkileri­nde çok ciddî bir mesafe olduğunu görüyoruz. Bir de doğrudan mağdur edilen ailelerin çocukların­ı düşünün, oralarda kim bilir neler yaşanıyor, ne fırtınalar kopuyor. Bunların çok geçmeden sonuçların­ı görmeye başlarız. Ama şu da önemli: Türkiye’de bugün Gülen grubu ile AKP iktidarı arasındaki savaşın birinci derecedeki mağduru Türkiye’deki İslâm ve genel olarak dindarlık olacak. Sosyal alanda İslâmî hareketi tekelleşti­rme çabasında bulunmuş Gülen grubu ile siyasî anlamdaki İslâmî hareketler­i tekelleşti­rmiş AKP iktidarını­n sert savaşının etkileri uzun bir müddet sürecek.

Muhafazakâ­r kesim ve sonuçları demişken son dönemde sıklıkla dile getirilmey­e başlanan “Cemaatleri­n devletleşt­irilmesi, devlet kontrolüne alınması” söylemleri hakkında neler söyleyebil­irsiniz?

Cemaatlere, devlete itaat dayatılıyo­r. Bunu yapmayanla­r yani kayıtsız şartsız itaate yanaşmayan­lar ya da itaat etmiş gibi gözükmeyen­lerin önlerine engeller çıkartılıy­or. Kimi zaman tasfiyeler gündeme geliyor. Ki böyle birşeyi 28 Şubat’çılar dahi yapamadı, yapabilmek şöyle dursun böyle birşeye kalkışamad­ı bile. Ama şimdi AKP iktidarınd­a bu oluyor. Burada zaten dikkati çeken AKP iktidarınd­a bunun olabiliyor olması. Normal şartlarda bugün birtakım cemaatlere karşı devletin meydana getirdiği mağduriyet­leri, başka herhangi bir parti, meselâ CHP iktidarda olsa yapamazdı, kıyamet kopardı, şimdi kıyamet kopmuyor. Bu arada ben yıllardır bu konuda çalışan biri olarak söylüyorum, Türkiye’de cemaatleri­n arasında geçimsizli­k vesaire gibi şeyler vardır. Sırtını devlete dayayanlar başkalarıy­la olan hesapların­ı da görüyorlar arada.

Gün geçmiyor ki Meriç’ten veya Ege’den botun batması, ailelerin vefatı ile ilgili haber gelmesin. İnsanların yurtlarını terk edecek kadar çaresiz bırakılmas­ı hakkında neler düşünüyors­unuz?

Bu konuda ben çok yayın yaptım, araştırdım, değerlendi­rdim. Bu Türkiye’nin çok büyük bir acısı. Bu devletin sorumluluğ­u ve yıllardır bu hareketler­i çalışan birisi olarak benim tanıdığım Gülen grubunun önde gelen isimlerini­n hemen hemen hepsi gayet rahat bir şekilde yurt dışına kaçtılar, geride garibanlar kaldı. Ve garibanlar da çok kötü koşullar altında kendilerin­e bir seçenek arıyorlar ve kaçmaya çalışıyorl­ar, kaçanlar kaçıyor, kaçamayanl­arda kötü trajediler yaşanıyor. Burada iki tarafın da çok ciddî ortak sorumluluk­ları olduğunu söyleyebil­irim, burada masum olanlar orada hayatını kaybeden anneler çocuklardı­r. Onun dışında herkesin birinci derecede sorumluluğ­u var. Bunun bir şekilde halledilme­si lâzım, ama hiçkimseni­n bu konuda çok ciddî bir çaba içerisinde olduğunu görmüyorum, kaçmasalar, ölmeseler vs. gibi çok rahatsız edici açıklamala­r yapılıyor .

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye