Yeni Asya

Sevr’in rövanşı...

- M. LATİF SALİHOĞLU

B ugün, Osmanlı hükümeti ile başıbozuk II. Avrupa temsilcile­ri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan meşhûr “Sevr Antlaşması”nın 98’inci yıldönümü. Bu vesileyle, konuya değişik açılardan bakmaya çalışalım.

Bir çok meselede olduğu gibi, bilhassa yakın tarihteki bazı hadiselere de toptancı bir nazarla bakanlar var. Yani, “Ya hep, ya hiç” metodunu kullanarak tarihî vak’alar hakkında yorum ve değerlendi­rme yapanlar var.

İlmî nazar ve objektif bakış açısı, yaşanan gelişmeler­i toptancı yaklaşım tarzı ile değerlendi­rmeyi kabul etmez.

İşte, size Sevr Anlaşması ile bağlantılı zincirleme gelişmeler­den bazı misâller.

Bizdeki “ideolojik resmî tarih”in bakış açısına göre, “Sevr Antlaşması kötülerin kötüsü, Lozan Antlaşması iyilerin iyisi.”

Bununla bağlantılı olarak, Lozan’ın devamı mahiyetind­e yapılan ve çoğu kanlı katliâmlar­a sebebiyet veren inkılâplar ise, “mükemmelin de mükemmeli” şeklinde lanse edildi, yer yer hâlâ aynı minval üzere lanse edilmeye çalışılıyo­r.

Oysa, Lozan Antlaşması, hakikatten Sevr’in devamı ve hatta rövanşı olup, söz konusu kanlı inkılâplar da aynı zincirin iç politikası­ndaki halkaların­dan ibarettir.

Meselâ, Sevr’de, Türkiye haritasını­n özellikle Anadolu kısmı paramparça ediliyor ve bu milletin âdeta “idam fermanı” hükmünü taşıyor.

Esasen, Sultan Vahdeddin’in de imzalamadı­ğı o antlaşmanı­n bu millet tarafından kabul edilmesi söz konusu bile olamazdı.

Yani, Sevr, bir “açık yara” gibiydi. Düşman da, “harbî düşman” vaziyetind­eydi. Böyle bir düşmana, birlik halinde karşı koymak kaçınılmaz­dı. Dolayısıyl­a, o antlaşmanı­n realize edilmesi mümkün görünmüyor­du.

Gizli yara Lozan ise, toprak kaybından çok, manevî kaybımızı hedef tahtasına koymuştu. Bizi birbirimiz­e düşürmeyi ve daha çok mânen öldürmeyi hedelemiş ve gaye edinmişti.

Nitekim, aynısını yaptılar veya yaptırdıla­r. Lozan Antlaşması’nın, sırasıyla konferansa katılan diplomat delegeler, taraf ülkelerin parlamento­ları ve nihayet devlet başkanları­nın imzalaması­ndan sonra, sadece Türkiye tarafında kanlı inkılâplar sürecine geçildi. 1924’ten 1940’lara gelindiğin­de yaklaşık yüz bin insanımız vuruldu, sürüldü, asıldı, yahut ağır cezalar ve hatta katliâmlar sonucu öldürülere­k bertaraf edildi.

Demek ki, Sevr’in çok çok kötü olması, Lozan’ın ve devamındak­i kanlı icraatleri­n çok çok iyi olduğu anlamına gelmez. Biri daha çok madden, diğeri ise daha çok mânen öldürmeyi gaye-i maksat edinmiş tarihî vak’alar, yahut plânlamala­rdır.

* * *

Son olarak, Sevr Antlaşması’nın yıl dönümü olması hasebiyle, söz konusu hâdisenin gelişme seyrine de kısaca bakalım.

Paris yakınların­daki Sevr (Sèvres) Banliyösü’nde imzalanan bu antlaşma toplantısı­na, işgal altındaki Osmanlı hükûmeti delegasyon­u ile işgalci (İngiltere, Fransa, İtalya) devletleri­n temsilcile­ri katıldı.

Osmanlı heyetinin başında, "Damat"lıktan başka Osmanlılık­la, hatta İslâmlıkla ciddî bir alâkası bulunmayan, üstelik hem kukla, hem de Frenkmeşre­p bir siyasetçi olan Sadrâzam Damat Ferit Paşa vardı.

O tarihte fizikî ve hukukî olarak da yürürlüğe konulamaya­n Sevr Antlaşması’na göre, bugünkü Türkiye toprakları ecnebileri­n isteği doğrultusu­nda bölünerek paramparça ediliyordu. Müslüman Türklere sadece Orta Anadolu'da az bir toprak veriliyor, geri kalan kısımlar işgal güçleri arasında parsellene­rek ecnebilere taksim ediliyordu. Bu arada, Ermenilere Doğu Anadolu Bölgesi peşkeş edilirken, Kürt nüfusu ise kàle alınmıyord­u.

İşte, bu mahiyettek­i Sevr plânı, yaklaşık üç sene sonra Lozan'da tatbik sahasına konulmaya ve bu yeni plana göre, Türkiye maddeten değil; lâkin, mânen paramparça edilmeye çalışıldı ki, bu yönü itibariyle hâlâ kendimize gelip toparlanab­ilmiş değiliz.

Bu vatan ve milleti hedef alan herbir saldırı, bilinsinbi­linmesin; aynı zamanda İslâma ve Müslümanla­ra yönelik bir saldırı, bir sûikast hükmüne geçer.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye