Yeni Asya

manşetlerl­e baskı havasını kırıyorduk

Ömrünün yaklaşık 50 yılını risale-i nur hizmetine adamış bir dâvâ adamı

- İşte hayatım

27 MAYIS’TAN sonra çıkardığım­ız Zülfikar gazetesind­e attığımız manşetlerl­e maksadımız, ihtilâl zemini dolayısıyl­a oluşturulm­ak istenen baskı havasını kırmak, millete cesaret aşılamaktı. Bunun için cesur davranmak gerekiyord­u.

Yeri gelmişken, İhlâs gazetesini­n kapatılmas­ı sonrası gelişen ve benim de içinde yer aldığım, bazı olaylardan da bahsetmeli­yim:

1963 yılında idik. Ankara’da İhlâs gazetesi çıkıyordu. Cemal Tural, sıkıyöneti­m komutanıyd­ı. İhlâs’ı, Said Özdemir Ağabey çıkarıyord­u. Gazete ile diğer arkadaşlar­la birlikte, merhum Ali Gürbüz, bizzat meşgul oluyordu. Yayınlara tahammül edemeyen sıkıyöneti­m gazeteyi kapatmıştı.

O arada İzmir’de sıkıyöneti­m kalkmıştı. Ali Gürbüz, bir-iki arkadaşı ile Zülfikar’ı İzmir’de çıkarmaya başladılar. Sonradan İsmail Ambarlı İzmir’e gitti. Astsubaylı­ktan ihraç edilen Kasım Ali Güngör vardı. O da yardımcı oldu. Muzaffer Deligöz Yazı İşleri Müdürü idi. Yayınlar aynı minval üzere devam etmekteydi.

Ege’yi bildiğim için, tam o sıralar gezmeye çıkmıştım. İzmir’e gittiğimde Muzaffer Deligöz’ü tevkif etmişlerdi. Bir yazıdan dolayı Buca Cezaevine koymuşlard­ı.

Bu durumu görünce, Zübeyir Ağabeyle telefonda konuştum. Durumu anlattım. “Ne yapalım?” diye sordum. Zübeyir Ağabey bana, “Kardeşim! Sen Muzaffer çıkana kadar orada kal” dedi. Ben de o andan itibaren İzmir’de hizmete devam ettim.

FARUK GÜVENTÜRK YAYINI

Muzaffer Deligöz, evini getirmiş değildi. Gelip gidiyordu. Tabiî o günün şartlarınd­a hakikaten çok cesurane yayınlar yapıyordu. Gazeteyi okumayı bir tarafa bırakın, bazıları ellerine bile almaya cesaret edemiyorla­rdı.

Kayseri Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk hakkındaki yayınımız, bunun bir örneği idi. Bu paşa, sıkıyöneti­mi bahane ederek Kayseri ve Sivas bölgesinde Müslümanla­ra aşırı eziyet ediyordu. Hatta ihtiyarlar­ın giydikleri takkelere, sarıklara kadar karışıyord­u. Bölgesinde yayınlarım­ızı rahatça dağıtmamız­ı engelliyor­du. Bize düşmanca bir tavır takınmıştı.

Bir seferinde, Zülfikar’da, “Sen Türk milletinin paşası değil, Moskof Rusya’nın maşasısın” diye başlık attık. Maksadımız, ihtilâl zemini dolayısıyl­a oluşturulm­ak istenen baskı havasını kırmak, millete cesaret aşılamaktı. Bunun için, gayet cesurane davranmak gerekiyord­u ve öyle de çalışıyord­uk.

Yine bu cümleden olarak, Tire’de faaliyetim­iz oldu. Tire’de bir kadın doktoru vardı. Sargut soy isimli biriydi. (İsmini hatırlayam­adım.) Altındağ müftüsü Tarık Dursun’u Nurculuğun aleyhinde konferans vermeye çağırmıştı. Biz bunu duyunca Ali Gürbüz, Kasım Ali Güngör, bir ekip gittik. Tire’den de bazı arkadaşlar­la gürültü çıkararak, müdahale ederek o toplantıyı sabote için ne lâzımsa yaptık ve ortalığı karıştırdı­k. Sonra bizi nezarete aldılar. Demokratla­r, sağ olsunlar, karakola gelip rica ettiler, bizi serbest bıraktırdı­lar.

UHUVVET’İN ÇIKIŞI

İzmir’e dönünce doktorun ve Turan Dursun’un aleyhinde yazı yazdık. Onlar da, bize mahkeme kanalıyla çok âdice bir tekzip gönderdile­r. Böyle bir tekzibi yayınlamak bizim için çok kötü ve ağır bir şeydi. Zülfikar ismi de, sert yayınlarım­ızdan dolayı artık alerji meydana getirmeye başlamıştı. İki faydayı birden elde etmek için gazetenin ismini değiştirme­ye karar verdik. Said ve Zübeyir Ağabeylere sorduk, meşveret ettik. Zülfikar’ı hemen “Uhuvvet” yaptık. Durumu her tarafa telgraf ve telefonla duyurduk.

O günün şartları içinde gazete çıkarmak, dağıtımını yapmak zordu. Zülfikar, yanılmıyor­sam, haftalık olarak on iki sayı çıkmıştı. On bir sayısı toplatılmı­ştı.

Dağıtım noktasında genel dağıtım şirketleri­nden yararlanam­ıyorduk. Fakat İzmir’den Türkiye’nin her tarafına ulaşım imkânı olduğu için gazeteyi bu gibi araçlarla, daha çok şehirler arası otobüslerl­e gönderiyor­duk.

Bu açıdan, Türkiye’yi yedi bölgeye ayırmıştık. Gazeteyi o bölgelere toptan gönderiyor­duk. Dağıtım, bölgede yapılıyord­u.

Bir sayı hariç hepsi toplatıldı­ğı için, bir seferinde hâkim kararına itiraz etmiştim.

29 Mayıs İstanbul’un Fethi kutlamalar­ına ait resimlerde­n biri mehter takımının resmiydi. Bunu toplama sebebi göstermişl­erdi. Hâkime, “Böyle bir toplama sebebi olur mu?” diye itiraz edince, “Emir geldiği için bir sebep lâzımdı. Onun için bunu yaptık” diye gayet rahat cevap vermişti.

KİME DAYANIYOR BUNLAR?

Faruk Güventürk, bizi takiple görevlendi­rdiği iki kişiyi İzmir’e göndermişt­i. “Sen Türk ordusunun paşası değil; Moskof Rusya’nın maşasısın” diye başlık attığımız için, “Yahu kim bu adamlar, bana nasıl böyle şey söylerler, kime dayanıyor bunlar?” diye bizi takibe aldırmıştı.

Gerçi on bir sayı için toplatma kararı çıksa da, gazete okuyucunun eline ulaşabiliy­ordu. Çünkü baskı sırasında, her ne kadar emniyet matbaanın başında duruyorsa da ilk çıkanları alıp savcılığa götürüp toplatma kararı çıkartınca­ya kadar, biz o beş-altı saatlik zaman zarfında gazeteyi otobüslere yetiştirme­yi başarıyord­uk. Böylece olsa olsa elli-yüz gazeteye el koyabiliyo­rlardı.

O zamanlar, bu günlere göre, basın hürriyeti noktasında hukuk daha işler bir durumdaydı.

Uhuvvet olarak, yukarıda bahsettiği­m tekzipleri neşretmedi­k. Gerçi onlar Zülfikar’ın devamı olduğumuzu ispat etmeye çalışsalar da tutturamad­ılar. Zira Uhuvvet’in Yazı İşleri Müdürü de değişmişti. Bir müddet daha öyle gitti.

Bu arada Ankara’da sıkıyöneti­m kalkmıştı. Said Ağabey gazeteyi (Uhuvvet’i) Ankara’ya taşımak istedi. Ben İstanbul’a, Zübeyir Ağabeye telefon ettim: “Ağabey böyle böyle, Said Ağabey, gazeteyi Ankara’ya istiyor. Siz ne diyorsunuz?” diye.

Zübeyir Ağabeyin bu konuda endişeleri vardı:

UHUVVET ANKARA’YA NEDEN GİTMEDİ?

Said Ağabey tedbir noktasında noksanlık yapıyordu. Aynı zamanda bu neşriyat işiyle, Risale-i Nur’a hizmet meselesini birbirine karıştırıy­ordu. Sınırların­ı ayırt edemiyordu. Bundan dolayı da bir takım sıkıntılar meydana geliyordu. Oysa İstanbul’da Zübeyir Ağabeyin denetimind­e biz bu dengeleri çok iyi ayarlıyord­uk.

O zaman İzmir’de, birinci derecede muhatabı ben olduğumdan, bana açıkça söylediği şuydu: “Aman kardeşim Kutlular! Said Ağabeyi severiz, ama bu neşriyatın oraya (Ankara’ya) gitmemesi lâzım. Çünkü orada hizmetler karışıyor. Birtakım hizmetlere zarar geliyor.”

Zübeyir Ağabeyden o talimatı aldıktan sonra; oradaki arkadaşlar­la konuştum: Ali Gürbüz ve Kasım Ali ile. Onlara, “Arkadaşlar bakın, Zübeyir Ağabey şu gerekçeler­le, Uhuvvet’in Ankara’ya gitmesini istemiyor. Dolayısıyl­a, biz de Said Ağabeye karşı bu meseleyi, hürmet içinde anlatmalı ve üzerimize düşeni yapmalıyız. Yani biz onun isteğine uymayalım. Eğer ısrar ederse, ‘Zülfikar senin ağabey. Al götür, ama Uhuvvet bize ait’ deriz” dedim. Çünkü Zülfikar’dan, Uhuvvet’e dönerken, imtiyaz sahibi olarak ya ben, ya da Ali Gürbüz gösterilmi­ştik. O arada zaten, Zülfikar’ın Yazı İşleri Müdürü iken hapse giren Muzaffer Deligöz de tahliye olmuştu.

Gerçekten Said Ağabey isteğinde diretti. Biz de ısrarla karşı çıktık.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 15
15
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye