BİR MUSÎBET, BİN NASİHAT
Türkiye’nin bütün dünya ülkeleriyle mümkün olduğu kadar iyi ilişkiler kurması milletin menfaatinedir. İdarecilerin de bunu bilmemesi mümkün değil.
Bununla birlikte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere komşularımızla ve dünyanın diğer ülkeleriyle dengeli ve isabetli ilişkiler kurduğumuz söylenemez. Bir gün samimî dost olduğumuz komşu ülkemizde ikinci gün kavgaya tutuşabiliyoruz. Aynı şey Amerika ile de geçerli. Hele hele Avrupa Birliği’nin bazı üyeleriyle olan ilişkilerimizi anlamak mümkün değil. Bir bakıyorsunuz Ab’ye üye olmak üzere yoğun çalışma yapılıyor. Bir bakıyorsunuz “AB bize düşman” moduna giriliyor. Bir gün bir üye ülke ile bir başka gün başka üye ülke ile ilişkiler dibe vurabiliyor. Netice olarak vatandaşın da aklı karışıyor: Türkiye gerçekten Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyor mu, istemiyor mu? AB bizi üye olarak kabul eder mi, etmez mi?
Türkiye’yi idare edenleri dinleyerek bu sorulara kalıcı cevap vermek kolay değil. Çünkü bir gün “Üyeliğe çok yaklaştık, vizeler bile kalıyor” diyorlar. Başka bir gün “AB olmasa da olur” açıklaması duyuyoruz. Hatta, AB üyelik şartlarından kabul edilen “Kopenhag Kriterleri” hakkında, “Kopenhag Kriterleri olmasa biz de Ankara Kriterleri der yolumuza devam ederiz” deniliyor. “Ankara Kriterleri”nin ise ülkemizi nerelere getirdiğini her halde en iyi yine siyasetçiler bilir.
İlişkilerin çıkmaza girdiği ülkelerden biri de Amerika. Abd’nin şimdiki yöneticileri sarf ettikleri cümlelerle ülkemize karşı husûmet beslediklerini açık ediyorlar. Ancak şunu da kabul etmek lâzım ki yekpare bir ABD yok.
Abd’nin de insalı idarecileri olduğu gibi insafsız idarecileri de vardır. İdarecileri düşen, Abd’deki ‘kötü idareci’lere buğz ederken iyi idarecilerle köprüleri atmamak olmalı.
Bu noktada Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Yönetim Kurulu üyesi ve İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü Can Selçuki’nin değerlendirmesi dikkat çekici. Selçuki şöyle demiş: “Trump hakikaten çok zor bir işi becererek, Türkiye ile Ab’yi yakınlaştırdı. Trump, global ticaret anlaşmalarının pazarlığa açılması gerektiğini (...) söyleyerek seçildi. Nitekim, Transatlantik ve Pasifik Anlaşmalarını askıya aldı. (...) Trump’ın bu duruşu, çok taralı serbest ticaretten yana olan Ab’yi son derece kızdıran bir tutumdu. Burada, AB ile Türkiye arasında ortak paydada buluşma söz konusu oldu. Doğru kullanılabilirse bu ortak paydada komisyonların ilerletilmesi aslında mümkün. Bu Türkiye’nin de isteyeceği bir şeydir, çünkü Türkiye şu anda dış politika portföyünü çeşitlendirmek durumunda.”
Bazılarını çok sevindiren Katar sermayesi konusundaki değerlendirme de şöyle: “Katar’dan gelecek 15 milyar dolar önemlidir, ama Türkiye’yi ne vezir eder ne rezil. Esas konu bu para nerede kullanılacak. Katarlılar burada fabrika mı kuracak, İstanbul’daki bir inşaat projesinin sponsoru mu olacak. Rakama odaklanıp, ekonomik tercihlerimizi kaçırıyoruz. 2009 sonrası para bol iken, global likiditeden Türkiye de payını aldı, fakat yatırımları dönüşümü yüksek olmayan, inşaat gibi alanlara yaptı. Şimdi de bunun cezasını çekiyor. Çeşitlendirmek önemli, ama Katar’dan gelen miktar Türkiye’ye çok büyük bir siyasî destek değildir.” (www.dw.com/tr, 17 Ağustos 2018)
Eğer ABD ile yaşanan tartışma Türkiye’yi Ab’ye yaklaştıracaksa “Bir musîbet, bin nasihatten iyidir” atasözü doğrulanmış olur. Netice olarak Türkiye’nin menfaati dünya ülkelerindeki ‘kötü idareciler’e kızıp köprüleri atmak değil, her ülkede var olan ‘iyi idareciler’le birlik yollarını aramak olmalı. Bu yapılırsa herkes kazanır vesselâm.