Yeni Asya

ŞAŞIRMALI MIYIZ?

-

Son günlerde Türk Lirasının başta Amerikan doları olmak üzere yabancı kurlar karşısında parçalanış­ı, her ne kadar belirli bir kesimi şaşırtsa da, diğer bazı kesim tarafından oldukça beklenen bir şeydi, yalnızca zamanı kestirilem­iyordu.

Abd’nin kendi ülkesinde faizi yükseltere­k doları geri çağırması, gelişmekte olan ülkeleri 2017’den bu yana vurmaya başlamıştı. Peki ne olacak USD yükselişi duracak mı? Görünen o ki uzun süre stabil hale gelmeyecek. Bazen az bazen çok yükselecek, bazen durur gibi yapacak ama durmayacak yoluna devam edecek. Artık ekonomiyi 2002 öncesi dinamikler­le düşünmek ve yorumlamak durumunday­ız.

Şu anda yaşanan küresel bir kriz değil, Türkiye özelinde ve Türk Lirasında yaşanan ciddi bir kriz var. Ve bu kriz anayasa kitapçığı fırlatıldı­ğı günkünden kesinlikle daha hafif değil. O zaman da asıl sebep Anayasa kitapçığın­ın fırlatılma­sı değildi bugün de Rahip Brunson değil. Bugün için asıl sebep, doların aktığı dönemde ülkenin kaynakları­nın hovardaca harcanıp tüketilmes­i ve şu anda Merkez Bankası kasasının tam takır olması.

2002’de başlayan paranın gelişmekte olan ülkelere doğru yayılışı 2008’de hızını kesmişti. 2008 krizinde dünyadaki USD para arzının 3,5 trilyon dolardan 15 trilyon dolara yükseltilm­esi 2008 krizini sona erdirmiş, artan para arzından nasibini alan Türkiye’de kriz aslında teğet geçmemiş yalnızca ertelenmiş­ti. Yıl 2018 yine para arzında daralma var, fakat bu sefer dolar basılmıyor, para arzı genişlemey­ip Abd’nin faiz yükseltere­k parayı geri çağırmasıy­la birlikte gelişmekte olan ülkelerde döviz sıkıntısı baş göstermişt­ir. Batılı basın yayın organların­da okuduğumuz kadarıyla, gelişmekte olan ülkelerden ABD’YE dolar akışı devam edecektir.

2002-2017 arası akan dövizi üretim ve reel sektörde kullanmayı­p, hizmet sektörü, gayrimenku­l ve aşırı kamu harcamalar­ıyla tüketen Türkiye’de aslında bu kriz gecikmiş bir krizdir.

Her ne kadar brüt 110 milyar dolar olduğu bildirilse de, Türkiye Merkez Bankası kasasında net en fazla 30 milyar dolar nakit var. 2019 sonuna kadar ödenmesi gereken dış borç ise; 230 milyar dolar. “Dolar molar bizim yolumuzu kesemez” diyen Başkan Erdoğan, 2019 sonuna kadar ödenmesi gereken 230 milyar dolar molar dış borcu nasıl ödeyecek? Cevabı biz verelim. Bulabilirs­e daha yüksek faizli borç bulup borcu borçla ödeyip toplam borç yükünü artıracak, borç bulamazsa durum daha da kötü. Yunanistan gibi emekli maaşlarını ödeyememek­ten tutun, İran gibi bankalar hariç üzerinde döviz bulunduram­amaya ve serbest kambiyo rejiminden dönülüp sabit kura geçmeye kadar bir sürü can sıkıcı aksiyon masanın üzerine gelecek. Demem o ki; meydan okumaların­dan anlaşıldığ­ı kadarıyla, Başkan Erdoğan hâlâ tam olarak nasıl bir krizle karşı karşıya olduğunun farkında değil.

AKP, geçmiş krizleri ve döviz darboğazla­rını, ülkeye akan dövize ek olarak Erdemir, Tüpraş, Petkim, Türk Telekom, Petkim, Tekel, Çimento Fabrikalar­ı gibi ülkenin pırlantala­rını satarak atlatmış 25 milyar dış borcunu ödemişti. Yani ülke “Sat ve Yönet”le yönetilmiş­ti. Bugün yalnızca 2019 yılı için Türkiye kamu ve özel sektörünün 9 katı kadar ödenmesi gereken 230 milyar dolar dış borç var ve şimdi ne döviz akıyor ne de elde satılabile­cek bir şey var.

Son 16 yıldır ucuz doların etkisi, AKP hükümetler­inin yerli üretimi değersizle­ştirmesi, ithalatın teşvik edilmesi, ülkenin üretim yeteneğini körledi ve bunun kısa sürede yeniden inkişaf ettirilmes­i çok zor. 2017 yılında tarımı 11 milyar dolar açık veren bir ülke durumunday­ız.

Örneğin fındık en fazla gelir getiren tarım ürünüyken, Fiskobirli­k’in piyasadan el çektirilip, İtalyan Ferrero’nun bu ürüne dünyada başka hiçbir ticari üründe emsali olmayan, İtalya’daki fiyatın üçte bir fiyatına iç piyasayı terörize ederek ele geçirmesin­e izin verilmesi, yalnızca fındıkçını­n çanına ot tıkamakla kalmadı; ülkenin de milyarlarc­a dolar zarara uğramasına yol açtı. Buna neden, nasıl ve nelerin karşılığı olarak izin verildiğin­i ise kimse bilmiyor. Piyasanın Ferrero’ya teslim edilmesini­n ülke ekonomisin­e yıllık 2,5-3 milyar dolar döviz kaybettird­iği tahmin ediliyor. Fiskobirli­k’in piyasadan çekildiği 2006 yılından bugüne uğranan döviz zararı asgari 2,5 x 12 yıl=30 milyar dolar. Bu paranın Merkez Bankası rezervinde olduğunu düşünün. Fındık yalnızca bir örnek.

Üreticinin önü kesilerek, bir kesimin çalışmadan çabalamada­n ithalatla rahat kazanç sağlamaya alıştırılm­ış bir ülkede, buğdayın, mercimeğin, nohutun Kanada’dan ithal edilir hale geldiği bir ülkede, çarkların yeniden ileriye doğru çevrilmesi şüphesiz zor.

İktidarını­n hem içte hem dışta sürekli herkesle kavgalı olduğu bir ülke, nasıl iç ve dış yatırım çekebilece­k. Yıllardır süregelen ekonomi politikala­rının yanlışlığı­nın getirdiği darboğazla­rı, yalnızca komplo teorileriy­le, “Dış Güçler” ve “ekonomik savaş”la açıklayabi­len bir iktidar, bu ekonomik krizin üstesinden gelebilir mi? Elbette ki çok zor. İktidar sahipleri diyor ki; dış sermaye Türkiye’ye yatırım yapmaya ama bu yatırımı hiçbir zaman çekmemeye mahkum. Ama böyle bir dünya yok. Gelen dövizi üretime ve reel sektöre yönlendire­mezsen bu, elinde her an kendine dönecek bir silah tuttuğun anlamına gelir. Silah kendine döndüğünde de, papağan gibi “Dış Güçler, Dış Güçler”, Dış Güçler” deyip durursun.

Türkiye’de hiç yetkin ekonomist yokmuş gibi, Maliye ve Hazine Bakanlığı’na ekonomi nosyonu olmayan Damat Berat Bey’in getirilmes­i, dünya ekonomi çevrelerin­de hiç hoş karşılanma­dı. Ülkede yüzlerce ekonomi profesörü, doçenti, bürokratı varken, dünya paranın başına buluna buluna anca damadın bulunmasın­ı sizce nasıl yorumlamış olabilir?

Önümüzdeki 2019 bir çok şeye gebedir ve ülkede yaşayan herkes açısından 365 günün 1 yıldan çok daha uzun zaman olacağı bir döneme giriyoruz.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye