İş dünyasından dİyalog çağrısı
Amerika Ticaret ODASı bünyesinde yer Alan Abd-türkiye iş konseyi’nin direktörü Jennifer Miel, Türkiye’nin HEM Amerikan ekonomisi HEM de küresel ekonomi Açısından önemli bir ülke Olduğunu vurguladı; iki TARAFA da diyalog çağrısı YAPTı. Tek taraflı adımlard
türkiye ve Amerika arasında tırmanan kriz, ilişkilerin siyasî boyutunun yanısıra ekonomik boyutuna da darbe vuruyor. İki ülke yetkilileri, geleneksel olarak siyasî ve askerî ilişkilerin hep gerisinde kalan ekonomik bağların da güçlendirilmesi için son dönemde ciddi çaba ortaya koyuyordu. Ancak son gelişmeler, Amerika’nın Türkiye’ye yönelik yaptırımları, karşılıklı gümrük tarifelerinin arttırılması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerikan elektronik ürünlerine boykot çağrısı, ekonomik ilişkilerin geleceğine yönelik kaygıları pekiştirdi. Amerikan iş dünyası da durumun geldiği noktadan endişeli. Yaklaşık 3 milyon Amerikan şirketini temsil eden Amerika Ticaret Odası bünyesinde yer alan Abd-türkiye İş Konseyi’nin Direktörü Jennifer Miel’le bu konuyu Amerika’nın Sesi’ne konuştu. Miel, Amerikan iş dünyası olarak Türkiye’yle Amerika arasındaki son yaşananlardan derin endişe duyduklarını söyledi. Miel, Türkiye’nin hem Amerikan ekonomisi hem de küresel ekonomi açısından önemli bir ülke olduğunu vurguladı; iki tarafa da diyalog çağrısı yaptı. Miel şöyle konuştu: “ABD Ticaret Odası ve Abd-türkiye İş Konseyi olarak son gelişmelerden çok ciddî kaygı duyuyoruz. Türkiye, çok sayıda Amerikan şirketi için çok hızlı büyüyen bir yükselen pazar. Türkiye küresel tedarik zincirinin bir parçası olarak Amerikan istihdamını ve ihracatını etkiliyor. Türkiye, Amerikan tedarik zincirine de tümüyle entegre durumda. Dolayısıyla Türkiye’nin hem ABD ekonomisi hem de küresel ekonomi açısından önemini vurgulamak istiyoruz. Aynı şekilde, boykot, ek gümrük vergisi ve yaptırımlar gibi tek taralı adımlardan da endişeliyiz. Bu konularda ilerleme sayılabilecek herhangi bir adım ya da işaret görmedik, o yüzden de iş dünyası olarak bu yaşanan durumun Amerika’nın iş çıkarlarına ve uzun vadede iki ülkenin ekonomik ilişkisine zarar verici olduğu mesajını vermeyi gerekli görüyoruz.”
a) Bir siyasî partiye üye olmaya veya olmamaya, siyasî partinin faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, siyasî partiden veya siyasî parti yönetimindeki görevinden ayrılmaya,
b) Seçim yoluyla gelinen bir kamu görevine aday olmamaya veya seçildiği görevden ayrılmaya,
Zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir siyasî partinin faaliyetlerinin engellenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
*** Demokratik hakların merkezinde bulunan “siyaset yapma hakkı”na yönelik engellemelerin cezalandırılması demokrasinin de bir gereğidir. Bu hüküm bu sebeple fevkalâde yerinde ve faydalı bir ceza hükmüdür.
Ancak başka birçok ceza hükmü gibi bu hükmün de hâkimlerce hakkıyla uygulanabilmesi için yargının yürütmeden bağımsız olması şarttır.
Meselâ yukarıdaki hükme göre bir belediye başkanını istifaya zorlamak suçtur.
Bunu o başkanın üyesi olduğu partinin genel başkanı da yapsa yine de bu bir suçtur.
Bunu yapan genel başkan aynı zamanda başbakan ya da cumhurbaşkanı da olsa sonuç değişmez: Bir seçilmişi istifaya zorlamak yine suçtur. Ama bu suçu takip edecek ve hesabını soracak savcı bulmak Türkiye’de kolay değildir.
Amerika’da kolaydır. Avrupa’da da kolaydır. Ama Türkiye’de zordur ve gittikçe daha da zorlaşmaktadır. Sebebi bellidir. Demokraside geriye gidişin zirvesindeyiz.
Çare nedir?
Çare sandıktır.
Çare milletin tenvir ve irşat edilmesidir. Bu tenvir yapılabilirse “ben yaptım oldu”ların hesabı sorulabilir. En azından siyaseten sorulur. Hukuken hesaplaşma da ardından gelir. Yöntemi ve önceliği yanlıştır, ama bu da bir adalettir.
O halde muhalefet sıkı çalışmalıdır. Yaklaşan yerel seçimde, keyfîliklerin hesabı önce siyaseten sorulmalıdır.