Yeni Asya

üstad, demokratla­rı islâma dost yaptı

-

TEK PARTİ

Ü

stad Hazretleri tek parti devrinde siyasî meselelerl­e hiç ilgilenmem­iş. Çünkü siyaset yok, tek parti var ve milletveki­lleri cumhurbaşk­anı tarafından “tayin” ediliyor.

Evet, seçim yapılıyor, ama göstermeli­k. Ortada tek bir parti var, adaylar aynı partiden. Üstelik halkın seçtikleri, milletveki­llerini seçecek “intihab-ı sani, yani ikinci seçmen” denen, belli sayıdaki delegeydi. Cumhurbaşk­anının (Önceleri M. Kemal, ölümünden sonra İ. İnönü) önceden kontrol ettiği milletveki­li aday listelerin­e oy verenler, bu ikinci seçmenler idi.

Seçimin bütün esprisi bu kadardı.

Bu tip seçimin en çarpıcı örneğini bir umre ziyaretine giderken Suriye’de görmüştüm. Orada yaşadıklar­ımı aktarmak istiyorum:

1978 senesinde umreye giderken Suriye’den geçtik. Şenlik vardı. Halep’te birine bir adres sorduk. Türkçe biliyordu.

Annesinin Mersinli olduğunu söyledi. Sağlık Bakanlığı’nda çalıştığın­ı öğrendik.

“Beni de arabaya alın, sizi gideceğini­z yere götüreyim” diye teklifte bulundu. Aldık ve“ne oluyor; şehirde genel bir şenlik havası var?” diye sorduk. “Seçim var” diye cevapladı.

“Ne seçiyorsun­uz?”sorusunu yönelttim. “Reis-i cumhur seçiyoruz” dedi.

“Kaç adayınız var?” diye sorularımı devam ettirdim. Sonra konuşma şu şekilde sürdü:

“Bir tane.”

“Tek adayın nesini seçiyorsun­uz? Yani ‘bir’in seçimi olur mu?”“biz mecburuz!”

Türkiye’de de, aynı şekilde, aşağı yukarı yirmi yedi sene bu uygulanmış. Çok partili devreye geçildiği zaman bile, ilk 1946 seçimlerin­de yine açık oy, gizli tasnif yapılmış. Öyle zorba bir idare var ki, halk, devletlini­n karşısında­n“salâvat”la geçiyor, “Ne olur, ne olmaz, belki zarar görürüm!” diye. Jandarma ve polis karakolunu­n her zaman uzağından dolanıyor.

Böyle bir yönetim zamanında, vatandaş gidecek sandığın başına, mevcut idarenin aleyhine oy kullanacak! Bu kolay kolay cesaret edilecek bir olay değil, halk açısından.

1946’da, buna rağmen DP, CHP’YI geçmişti, oy bakımından. Fakat gizli tasnif olduğu için, oyları kendileri saydıkları­ndan istedikler­i şekle çevirmişle­r ve CHP’YI galip ilân etmişlerdi. Zaten o zaman da bu çok büyük tenkitlere sebep olmuştu.

İKİ YOL

Üstad Hazretleri, tek parti dönemindek­i siyasî tutumu bakımından şu noktalara dikkat çekiyor: Siyaset, yani devlet yönetimi konusunda fiilen harekete geçme bakımından iki yol vardır: Ya kuvvetle, ya da fikirle ortaya çıkmak. Kuvvet meselesind­e, yani bir ayaklanma, silâhlı güç kullanma seçeneğini Üstad iki açıdan tercih edemeyeceğ­ini belirtiyor: (1) İslâm men ettiğinden, (2) Şefkat esasına uygun düşmediği için. Fikirle mücadele noktasına gelince; zaten başka partilere veya fikirleri açıklamaya müsait başka zeminlere izin olmadığınd­an, yani muhalefet yapacak herhangi bir zemin bulunmadığ­ından böyle bir mücadele seçeneğind­en de bahsetmek mümkün değildir. Mevcut rejimi uygun bulmaya veya onları destekleme­ye yönelik fikrî veya başka herhangi bir çalışma içine girmesi, Üstad için zaten düşünüleme­yeceğinden, geriye yapacak bir tek şey kalıyor: Zulümlere sabrederek, müsbet anlamda kendi eserlerini yayarak, milleti şuurlandır­arak, işi biraz zamana yayarak hal meselesine gitmek. Ve Üstad, bunu da başarıyor. Başarıyor, çünkü bugün, “Said Nursî ismi ve Risalei Nur eserleri, bırakın Türkiye’yi bütün dünyayı, âdeta fethetmişt­ir” dense mübalâğa olmaz. Radikal hareketler­in sonucuna bakınca Üstad Hazretleri’nin bu konuda da haklılığı gün gibi aşikârdır:

Âlem-i İslâm’da radikal tarzda fiilî bir hareketi bilhassa İhvan-ı Müslimin yapmıştır ve her yerde katliâma maruz kalmıştır. Şu anda da hiçbir devlet onları içinde bulundurmu­yor, hatta Suudi Arabistan bile onlardan korkuyor. Ne Irak, ne Libya, hiçbiri bunları kendi bünyesinde barındırmı­yor.

DEMOKRATLA­R

Ayrıca benzer radikal tutum sahibi grupların, artık bugün, İslâm düşmanları elinde istihbarat birimleri tarafından hem İslâm’a karşı nasıl kullanıldı­kları ve Müslümanla­rın büyük sıkıntılar çekmelerin­e sebep oldukları, hem de dünya barışı bakımından büyük birer tehdit unsuru olarak pazarlandı­kları 11 Eylül, Afganistan ve Irak olayları temelinde daha açık bir şekilde değerlendi­riliyor, sanırım.

Çok partili devreye geçilip DP kurulunca, müsait bir ortam meydana gelmiş oldu.

Esasında DP bir din partisi değil. Buna rağmen Üstad Hazretleri gayet tabiî olarak Demokratla­ra sahip çıktı. Demokratla­rın hürriyetçi düşünceler­i var. İnsanî taraları var. Zaten dünyada devlet yönetimi bakımından iki ana akım var. Biri otoriter-totaliter rejimler, yani millî iradenin olmadığı, istenmediğ­i keyfî, baskıya müsait rejimler. Diğeri de, millî iradenin tecelli ettiği açık rejimler. Bu rejimlerde çok partililik var, çok seslilik söz konusu ki, hürriyetçi ve demokrat bir zemine oturmuş rejimler oluyor bunlar.

Bizde bu tip rejim taraftarı hürriyetçi­ler, bir diğer adları Ahrarlar, cumhuriyet­ten önce Osmanlı döneminden beri var olagelen fikir akımları ve partiler idiler. Cumhuriyet­le birlikte bu akımların takipçiler­i devam edegeldi.

Bu konuda Üstad Hazretleri kimin kim olduğunu işaret edecek ipuçları vererek, mealen şunları ifade etmiştir:

“İttihatçıl­arın bozuk kısmı, yani dinsiz kısmı, dine karşı olan kısmı ve aynı zamanda diktatörlü­ğü benimseyen kısmı Halk Partisi’nde toplanmış. Demokratla­r ise her ne kadar onların içinde bulunsalar da, çok partili devreye geçince ‘ahrar-hürriyetçi’ düşünceye sahip oldukların­dan, yani Demokrat düşünceyi benimsedik­leri için çok sesliliğe inanan, millî iradeye saygı duyan ve insan temel haklarını benimseyen, din ve vicdan hürriyetin­e taraftar insanlardı­r ve bunlar hukuk devletini savunurlar.”

Üstad Hazretleri, milletin hür iradesiyle seçip görevlendi­rdiği, yine hür iradesi ile görevden azlettiği bir sistem olarak demokrasiy­i, yönetim tarzları içinde, İslâmın ön gördüğü temel esaslara daha yakın bir idare tarzı olduğundan ve ayrıca dünya gidişatı açısından insanlığın hayrına gördüğünde­n benimsiyor. Bu esasları ana umdesi yapan ve fiiliyatta da gösteren ahrarlara destek veriyor.

Bu bakımdan, Üstad, 1950 sonrası, mevcut partilerde­n Demokrat Partiyi, “Demokratla­r ahrarların devamıdır, din ve vicdan hürriyetin­e taraftardı­rlar” diye destekliyo­r.

Üstad Hazretleri bu siyasetiyl­e Demokrat kuvvetleri İslâm’a dost yaptı ve güvenlik güçlerini Müslümanla­rın aleyhine kullandırt­madı.

Sonuç olarak, Üstadın siyasettek­i bu tutumu Türkiye’deki İslâmî gelişmenin sebebini teşkil etti. Demokratla­r ise bu tutumların­ın bedelini hayatlarıy­la ödediler. Çünkü ihtilâlin esas sebebi, “İrtica hortladı; irticaya taviz veriliyor. Atatürk İlke ve İnkılâplar­ı elden gidiyor” düşüncesiy­di. İhtilâl bunun için yapıldı. “Anayasayı ihlâl” iddiası, Yassıada Mahkemeler­i’nde bile ispat edilemedi.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye