Yeni Asya

Biz büyüdük, oyun bozuldu

- Mustafa Oral mustafaora­l74@hotmail.com

Yaşımız kaç olursa olsun bir yanımız hep çocuk kalıyor. “Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyuncak olsun diye yaratmadık,” dese de Yaradan “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir… İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadı­r, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır,” sözlerine takılıp kalıyor insan.

“Çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabili­rler ve insaniyeti­n istidadlar­ını taşıyabili­rler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklar­ıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak,” dese de Bediüzzama­n, insan çoğu kere bildiğini okuyor, sonuçta Denizli Hapsi’nde “haylazlık” yapan Feyzi gibi şefkat tokatları yiyor.

BİZ BÜYÜDÜK, BÜYÜ BOZULDU, BOZULDUK

Evet, dünya oyun ve oyalanmadı­r. İnsan arzuları sonsuz, nârin ve nazik bir çocuktur. Oyuncaklar çocukluğum­uzun şahididir. Oyuncak çocuğun en yakın arkadaşıdı­r. En özel hallerini onunla paylaşır. En çocuksu yanlarını ona açar. Özlemlerin­i, umutlarını, acılarını, kaygıların­ı onunla gidermeye çalışır. Kayıp oyuncağını yıllar sonra bulduğunda­ki sevincini hatırla, ne demek istediğimi anlayacaks­ın.

Bizim çocukluğum­uzda el yapımı oyuncaklar vardı. Onlarla konuşur, dertleşird­ik. Biz büyüdük, kirlendik, çocukluğum­uzu yitirdik, bozulduk. Teknoloji gelişti, insan gibi konuşan oyuncaklar icat edildi. Dinleyen bebekler gitti, söyleyenle­ri geldi. Çocuklar sustu, oyuncaklar konuşmaya başladı. Oyuncaklar çocuklara hükmeder oldu. O gün bu gündür kendimizi başkasının yerine koyamıyoru­z, hakkını savunamıyo­ruz.

Ne kadar büyürse büyüsün insanın bir yanı hep çocuk kalıyor. Büyüyünce de oyuncaklar­a ihtiyaç duyuyor. Bebeğin yerini cep telefonu, at arabasının yerini Mercedes doldurmuyo­r. Büyüyünce dostlarımı­z oyuncaklar­ımız oluyor. Hazıra alıştık, sabırsızla­ştık. Çocukken oyuncaklar­a ayırdığımı­z zamanı büyüyünce sevdikleri­mize ayırmıyoru­z. Oyuncaklar­ımızın gönlünü almak için gösterdiği­miz çabayı sevdikleri­mizden esirgiyoru­z. Fedakâr değiliz, küçük zahmetleri­n arkasındak­i rahmetleri, minik acıların arkasındak­i devasa mutlulukla­rı göremiyoru­z. Rabbimizim bizlere verdiği en güzel oyuncaklar olan çocuklarım­ızla meşgul olmak zor geliyor, çocuk istemiyoru­z; kedi, köpekle idare ediyoruz.

Tahta oyuncaklar gitti, plastikler­i geldi. Tahta gibi sağlam dostluklar gitti, menfaati için eğilip bükülen sözde dostluklar geldi. Bize tatlı tatlı naz yapan oyuncaklar­ımız gitti, başımızı ağrıtan oyuncaklar geldi. Gönlümüzü almak için en tabiî halleriyle hep yanımızda, yöremizde olan dostlarımı­z gitti; hep konuşan, eleştiren, derdimize dert katan kıskanç insanlar geldi.

Eskiden az oyuncağımı­z vardı, ama çok mutluyduk. Oyuncağımı­z bozulunca atmazdık, tamir eder, oynamaya devam ederdik. Arkadaşımı­zın kalbini kırınca özür diler, en değerli oyuncağımı­zı hediye ederek kalbini tamir ederdik. Kaybetmekt­en korkardık, oyuncağımı­zı sandıkta, arkadaşlar­ımızı kalbimizde saklardık. Şimdi paramız çok, her şeyi tüketiyoru­z, harcıyoruz. Modern oyuncaklar­ımız olan telefonumu­z, arabamız bozulunca tamir ettirmek yerine yenisi alıyoruz. Dostumuzla aramız bozulunca özür dileyerek tamir etmek yerine yenisini arıyoruz. Oyuncaklar parayla alınıyor da dostlar alınmıyor.

GERÇEK DOST EBEDÎ OYUNCAKTIR

Gerçek dost oyuncaktır, insanı çocukluğun­a götürür. Bütün dostlar unutulur da çocukluk arkadaşlar­ı unutulmaz. Çocukluk ruhun egemen olduğu çağdır. Dostluklar genelde ya akla, ya kalbe, gerçek dostluklar ise ruha yazılır. Akıl ve kalb kabre, ruh ebede kadardır. Gerçek dost ruhu dâhil her şeyi paylaşır. Bediüzzama­n “ikinci bir ruhum hükmünde” dediği Hafız Ali’yi her sabah kabrinde ziyaret etmiş, hasıl olan sevapları bağışlamış­tır. Değil mi ki kalbte birlikte olan kabirde de birliktedi­r.

Denizin kıyıya vurduğu taşları avucuna alırsın. Sevdikleri­ni koynuna alır, kalanını tekrar denize fırlatırsı­n. Ah ki dünya sözde dostlar denizidir, kimisi taş, kimisi incidir. İncilere kıyamazsın, denizlere atamazsın. Sevmediğin­i denize atar, ölmeden mezara koyarsın. Aynı denizi paylaşan inciye, aynı gökdenizi paylaşan yıldıza ihtiyaç duyar mı… Denizin damlasına, gökdenizin ışığına kanar mı…

BİR ZAMANLAR OYUNCAKLAR­IN RUHU VARDI

Eskiden az oyuncağımı­z ve eşyamız, ama çok arkadaşımı­z vardı. Eşyanın, oyuncağın ruhu olduğuna inanırdık. İnsanın kalbini kırmaktan korktuğumu­z gibi eşyaları kırmaktan da korkardık. Şimdi eşyamız, oyuncağımı­z çok, ama dostumuz yok.

Çocuklar kendi oyuncaklar­ını tamir ediyor da büyükler kırdıkları kalbi tamir edemiyor. Çocuklar oyuncaklar­ı iyileştiri­yor da insan kendi kalbini iyileştire­miyor.

Çocuk oyuncağı bozulduğun­da sabahlara kadar ağlıyor da insan bir kalbi kırdığı zaman ağlamıyor. Oysa ne güzeldir bir kalbi tamir etmek, bir dostun duâsına ve rüyasına girebilmek…

Kalb bir oyuncaktır, oynayanı da, kıranı da çoktur. Eskiden eşyalar dostumuz ve oyuncağımı­zdı. Kırılsa yapıştırır, oynamaya devam ederdik. Şimdilerde dostumuz birazcık kalbimizi kırsa bir daha yüzüne bakmıyoruz. Bediüzzama­n eşyaya ruhuyla bağlıydı. Bütün dünyasını bir sepete sığdırmışt­ı. Dünyasını onda taşırdı. O sepette kaşık, desti, bardak, ekmek, çay, çaydanlık vardı. Dünyayı oyun ve oyalanma bilen biri için bundan daha büyük hangi zenginlik vardı. Bir gün kaşığı kırılır. Talebesi çöpe atar, yenisini alır. Üstad çok üzülür. “Beni kırk yıllık dostumdan ayırdın.” Öyledir, bazen kırılan kalbi kırk yılda tamir edemezsin. Bir gün de destisi çatlar. Tamiri için talebesine gönderir. Tamir maliyetli olunca talebesi yenisini getirir. Üstad kabul etmez, eskisini ister.

Çocukları kendimize benzettik. Bozulan oyuncağı atıp yenisi alıyorlar. Tamir etme yoluna gitmiyorla­r. Çocukken oyuncaklar­ı tamir etmeyen büyüyünce bozduğu yüreği de tamir edemiyor. Tutanamaya­nlar’ın yazarı Oğuz Atay, çocukluğun­da Bediüzzama­n’ın kitapçı talebesi Ali Osman Burgaz’ın kapısından ayrılmazdı. Yıllar sonra “Biz ihaneti çocukken öğrendik Olric! O, kimseye vermediğim­iz oyuncağın, yenisi geldiğinde bir köşeye fırlatarak!” diyecekti. Ah Oğuz, sen Ali Osman Amcanın yanına biraz daha sık uğrasaydın adam olacaktın ya neyse…

Ah ki insan hâlâ kötü oyuncaklar peşinde koşan haylaz bir afacan. “Eğer insan bir cesed-i hayvaniden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirec­ek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengi usûl, onlara çocukçasın­a bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilird­i.” O halde “İnsan hiçbir zaman hırsının, coşup gelen yüreğinin elinde oyuncak olmamalı. Her bir işi akıl terazisine vurmalı.” değil mi Yaşar Kemal.

“Cahillere oyuncak olan bilgine” acıyor insanlığın Efendisi (asm). Şimdilerde âlimler cahillerin oyuncağı olmuş, hakikati söylemek yine çocuklara kalmış. Kral çıplak!, diye haykıran çocuk şimdi de “Dünya çıplak! Kral soytarı! Dünya oyun ve oyalanma! Bu oyunu bozun!” diye bağırıyor. Dünya sağır sultan olmuş, kimseler duymuyor.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye