Af KONUSUNDA GERİ ADIM YOK
Komitacı ruhlu totaliter Kemalistlerin gözünde, Ali Şükrü Beyin affedilmez üç büyük hatası-günahı vardı. Birincisi: İçkinin üretim ve tüketimini yasaklayan “Men-i Müskirat”a dair kànunun çıkması yönünde üstün bir çaba sarf etmesi.
İkincisi: Lozan Antlaşması’na dair tartışmalarda, muhalif grubun başını çekmesi.
Üçüncüsü: Bediüzzaman Said Nursî’ye dost olması; hatta, tutup onun 10 maddelik meşhûr Beyannâme’sini kendi matbaasında tâbettirip neşrederek, herkes tarafından bunun okunmasına sebep-vesile olması.
Şüphesiz, daha başka sebepleri saymak da mümkün. Ama, biz şimdi şu üçüncü sebeple bağlantılı olarak, özellikle M. Kemal ile Said Nursî arasında o dönemde yaşanan şiddetli gerilim ve çatışma meselesine bir bakalım.
Ankara’ya dâvet ediliyor
Rusya’daki esaretten firar ederek Haziran 1918’de İstanbul’a gelen Bediüzzaman Said Nursî, kısa süre sonra Şeyhülislâmlık dairesine bağlı olarak kurulan Dârül-hikmetil-İslâmiye’de âzâ sıfatıyla çalışmaya başladı.
Bir taraftan da Mütareke (Ateşkes) sonrası İstanbul’u işgal eden İngilizlerle ilim, fikir ve neşriyat sahasında mücadele etmeye koyuldu. Emirdağ Lâhikası’nda kendi ifadesi ile “...Harekât-ı Milliyede, Hutuvat-ı S tte R sâles ile ulemayı, Şeyhülislâmı ve İstanbul’u, işgal eden ecnebi taraftarlığından kurtarma”ya
hizmet ettiğini beyan ediyor.
Tarihçe-i Hayatı’nda, aynı mesele hakkında şunları söylüyor Üstad Bediüzzaman: “Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat-ı S tte nâmındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi.”
Yine İstanbul’un işgali esnasında “Şeyhülislâmın fetvası” olarak da bilinen bir bildiri neşredilir iken, Bediüzzaman, buna da karşı gelir ve mukabil bir fetvâ ile Millî Mücadele Hareketini desteklediğini açık şekilde deklare eder.
Bütün bunlar, haliyle Ankara hükümetinin nazar-ı dikkatini celb ediyordu. Bu sebeple, Ankara’ya yapılan dâvetler de tekerrür ediyor ve bir an evvel yeni hükümetin merkezine gelmesi isteniyordu. Öyle ki, Meclis Başkanı M. Kemal bile "Bu kahraman hoca bize lâzımdır" diyerek, onunla görüşmek istiyordu. Bediüzzaman ise, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da hizmet etmeyi daha lüzûmlu görüyordu. Nitekim, bizzat M. Kemal’in yaptığı şifreli bir dâvete mukabil aynen şu cevabı verdi: "Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı (İstanbul’u) daha tehlikeli görüyorum.”
Evet “İstiklâl Harbi’nde, İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden” Said Nursî, ısrarlı dâvetler üzerine Ankara’ya gitmeye karar verir.
Millet Meclisi’ndeki ilk gün
Ankara’da yeni kurulan Millet Meclisi’ndeki gerek “Birinci Dönem” milletvekillerinin şahadetleri ve gerekse resmî tutanaklardaki yazılı bilgilere göre, Said Nursî’nin Kasım 1922’den Nisan 1923’e kadar geçen 5-6 aylık zaman müddetini Ankara’da geçirdiği kesin olarak bilinmekle beraber, bazı kimseler çıkıp hâlâ “Yok böyle bir şey” diyebiliyor, ne yazık ki.
Zabıt Ceridesi’ne göre, 9 Kasım 1922 tarihli Meclis oturumunda Bediüzzaman Molla Said için “Hoşamedi” merasimi yapılmış ve kendisi de çıkıp Meclis kürsüsünden “muzafferiyet”e dair duâlı bir konuşma yapmıştır.
Garip bir rastlantı da şudur: Üstad Bediüzzaman’ın, mebuslara hitaben konuşma yaptığı 9 Kasım günü, Meclis I. Başkan Vekilliği seçimi yapılır. Galip Bey ile Hüseyin Avni Bey’in çekiştiği bu seçimi II. Gruptan Hüseyin Avni Bey kazanır.
O dönemdeki gelişmeleri not eden Şebinkarahisar Mebusu Ali Sururî Bey, 9 Kasım 1922 tarihli hatıra notlarında şunları kaydetmiş: “İki gün evvel Ankara’ya gelmiş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi, sâmiîn (dinleyici) locasında idi. Vilâyât-i Şarkıyye mebuslarından bazısının takrîri üzerine, Meclis alkışlarla müşârü’n-ileyhe beyân-ı Hoşâmedî etti. Kendisi de locada ayağa kalkarak tazîmâtla ve birkaç kerre selâm vermek sûretiyle teşekkürde bulundu...
“Bilâhare, Riyâset Odası’nda görüştük. 1324’de (1908 İstanbul’da) gördüğüm Saîd-i Kürdî hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış... Yine, kâ'l-evvel (aynen evvelki gibi) millî elbisesiyle geziyor.”