Kabalık ve gabâvet
TAdnan Nacir adnannacir@gmail.com
eröre en iyi cevap olarak üçüncü köprüyü, bizi kıskananlara nispet olsun diye üçüncü havalimanını yapan Türkiye, dış güçlerin saldırısına, mükemmel bir zamanlama ile üçüncü Cumhurbaşkanı sarayıyla karşılık vermeye hazırlanıyor. Üç ile güç arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum, ama mevcut hükümet, üçüncüsünü yaptığı/yapacağı her şeye muazzam bir güç atfediyor.
Malazgirt Zaferi’nin 947. yıl dönümü münasebetiyle yapılan törenlerde, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Ahlat’ta 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir saray yapılacağı müjdesi verildi. Hadi bakalım Bizans, şimdi ne Diyojen bu işe? Yaaa, işte böyle alırlar adamın aklını. Tabiî, metrekare veya oda sayısında milâdî 1071 tarihi yerine Hicrî karşılığı olan 463 sayısı da kullanılabilirdi, ama tasarrulusu pek makbul karşılanmayan itibar, sayıca daha büyük olan 1071’i gerektiriyor. Sarayı yaptıracakların da devlet teamüllerine uyarak “Ben sarayın zevkli, çelik konstrüksiyonlu ve Ahlatlı olanını severim” diyeceklerini tahmin ediyorum. Saray diyoruz, ama “otağ” yapılacağını söyleyen de var. Üç-dış güç, otağ-karanlık odak uyumuna bakılırsa o da olumlu.
Her İle bİr Saray!
Dış saldırılara karşı insanımız çok hassas davranıyor. Dolar 7 TL civarına geldiğinde bütün dövizlerini bozarak oyunu bozmaya çalışan hamiyetperver vatandaşlarımız var biliyorsunuz. Oyun büyüdükçe doların daha büyük rakamlara ulaşmasını beklerler. Hatta döviz bozma işlemi de yetmeyebilir. Bu durumda B planına geçip saray yapımına ağırlık verebiliriz. (B planı ismi, dolar kurunu indirmek üzerine
Bsıradışı bir çözümü bulunan Necmettin Batırel’in tekniğinden ilham alınarak geliştirildiği için soyisminin baş harfi kullanılarak oluşturulmuştur) B planı şudur: Ben olsam şak, on ilde saray inşaatı başlatırım. Dış güçler şaşırır, sonra şak diye on ilde daha saray inşaatı için düğmeye basarım. “N’oluyor?”derler, şaaak bir on saray daha, hatta sırayla her ile bir saray derim, çil yavrusu gibi dağılırlar. Zaten milletin olacak diyorlar saraylar için, bence imkân varsa her ilçeye bile yapılabilir. Biz de vatandaşlar olarak şunu deriz:
abd’ye Karşı Kozlarımız
İsmail Hakkı Avcı ABD’YE karşı kullanabileceğimiz kozlarımızdan birinin Kanal İstanbul olduğunu söyleyenler var. İhraç mallarımıza ek vergi mi koydular, hemen büyük bir kanal daha yapalım, Sinop’tan Akkuyu’ya... İki şehirde de nükleer santral olacağı için, santrallerde ısınan sular kanalda gidip gelirken soğumuş olur. Yollar gibi, kanal da duble olacak tabi. Kanalın her iki tarafı boydan boya imara açılır, üstüne de onlarca köprü yaptın mı,
gabi davranış ve azı insanlar vardır; kaba, insanları rahatsız konuşmalarıyla diğer tip insanlar başta edecek cinstendir. Bu diğer gelişmiş şehirlerimize İstanbul olmak üzere senelerdir ikamet gidip gelmelerine, uzun -oradaki kendi ilçe ve etmelerine rağmen ahvali görüp şahit köylerinden daha medenî ve konuşmalarını zerre oldukları halde- davranış kadar değiştirmezler. ve yabancıların Anadili Türkçe olmayanların telâffuz etmeleri mazur kelimelerimizi yanlış vatanda doğup görülebilir. Ancak, bu doğrusunu söylemeye yaşayanların, kelimenin yanlış ve yabanî şekilde gayret etmeyen ve ısrarla insanları rahatsız etmeleri avaz çıkarmalarıyla da görülemezler. İnsanlar affedilemez ve mazur tavırlı bu gürültülü hareket ve arasında saygısız ve üzerine, tiplerin, güzel İstanbul’umuzun yüz yapışan cehâletleri de çıkmayan bir leke gibi çevirtecek cinsten. dahi doğru telâffuz ‘Su’gibi basit bir kelimeyi surata‘süret’demekte edemeyen, kuyuya‘koy’, bozuk şekilde (vb. pek çok kelimeyi eden bu tip telâffuzlarıyla) ısrar biri, vatandaşlarımızdan memleketinde kahvehanede iki müşteri çay çalışmaktadır. Gelen ve sorar:‘so söylerler. O çayı getirir mi?’müşteriler,‘İstemez’ da getireyim çay daha söylerler. derler. Daha sonra iki yine sorar;‘so da vereyim Tazelenen çayları getiren ama bir yine,‘İstemiyoruz’derler, mi?’müşteriler ile Acaba burada çayı soda yandan da düşünürler.‘ mi?’ o zât,‘su da getireyim mi içiyorlar?’meğer demekteymiş. kişi, olan o ilçelerden bir Kimimizin malûmu gitmek üzere işleğiyle kasabasından şehre
Yol uzaktır. Şehre giden (merkebiyle) yola çıkar. işleğiyle beraber kamyonetlerden birine adamdan kendisi binerler. Muavin yolda
1 lira ister. Adam için 5 lira, işleği için de
5 lira buna bozulur ve çıkışır;‘benden niye 1 lira alırken merkebim için farkım ne ki?’der, istiyorsun? Benim ondan vesselâm.
Mgelsin inşaatlar... Köprülerin hepsine de on yıllarca geçiş garantisi verildi mi tadından yenmez. Torunlarımız “ne kan almış”diyerek AKP’YI yâd ederler artık... Böyle üç tane daha kanal yapsak Anadolu ada dolu bir coğrafya olur. Hatta Artvin’den başlayıp Hakkâri’ye kadar sınır boyunca bir kanal yapılır, oradan da batıya Akdeniz’e kadar güney sınırlarımız boyunca uzatılırsa sınırlarımızı da daha emniyetli hale getirmiş oluruz.
F-35 vermemekle bizi tehdit ettiler ya, gerekirse kendimizin geliştireceğini söyleyerek cevabı yapıştırdık. Bence çok isabetli ve doğru bir karar. Katma değeri yüksek ve çok para kazandırabilecek bir ihraç ürünümüz olur, fena mı? Antalya oto sanayii bu işe talip olduğunu söylemişti galiba. Şahsen, İzmir Karşıyaka sanayisinden de F-35.5 hamlesi bekliyorum, yakışır... Hatta İzmir’de geliştirilene EFE-35.5 desek daha güzel olur sanki... Peki, bir çok ülkenin katılımıyla, milyarlarca dolar paralar harcanarak ve yıllar süren çalışmalarla geliştirilen uçağı yerli ve millî ürün ve metotlarla acaba nasıl geliştirebiliriz? Kâğıttan yapalım desek, ülkede kâğıt üretilmiyor hep ithal ediyoruz. Kâğıdın en ucuzu saman kâğıttı diye hatırlıyorum. Bu kâğıt samandan mı yapılıyor bilmiyorum, ama diyelim ki onu yapmak için de saman kullanılsın. İyi de, biz saman da ithal ediyoruz? Yerli saman için buğday üretmeye karar verdik diyelim. Tohumu dışardan aldığımız, gübresi ithal olan buğday ne kadar yerli olacak ki samanı millî olsun? Savunma sanayimizi ve teknolojik imalatımızı geliştirmek istiyorsak işe topraktan başlayalım derim, gerisi gelir zaten...v erhabalar, arkadaşlar. Ay pardon bir an ne yazdığımı unuttum baştan alıyorum: HERKESE HARİKA PAZARLAR DİLİYORUM PEK SEVGİLİ PAZAROLA OKUYUCULARI!
Bugün sizlere dolardan ve onun gelgitli ruh hali yüzünden olduk olmadık yer ve zamanlarda artıp durmasından bahsetmemeye çalışacağım. Çünkü öncelikle, hiç param olmamasına rağmen ekonomi konuşmaktan gına geldi. Bayramda elime geçen bir miktar harçlığı da çarçur ettiğimden daha fazla ekonomiden bahsetmek istemiyorum. Ve ikinci olarak, her ne kadar artık yetişkin, oy kullanan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsam da denk geldiğimde haber bültenlerini değiştirip çizgi film açıyorum ve haberleri izlemek ve tasalanmak büyüklerin işiymiş gibi davranıyorum. Bu konuda dedem de benimle aynı fikirde. Haberleri asla takip etmiyor artık. Onun yerine Hint dizileri izliyor, beni de izlemeye teşvik ediyor, ama ben teşvik olmuyorum tabi.
Evet, şimdiye kadar çok başarılı bir şekilde dolardan (dolar yazmak sayılmaz) bahsetmedim. Şimdi hep beraber çok daha büyük bir resme bakıcaz, hazır mısınız? Arkadaşlar çok özür dilerim yazarken telefon çaldı da ben ne yazdığımı unuttum. Heh dur hatırladım. Şimdi bu para ne için kullanılır? Alım-satım için. Ne alıp satıyoruz? Yiyecek, giyecek, barınacak, bi de akbil. Akbil önemli. Bunları neden alıp satıyoruz? Yaşamak için. Yaşamak için nelere ihtiyacımız var?
1- Yaşayacak sağlıklı bir bedene,
2- Yaşayacak sağlıklı bir çevreye.
Bu tüme varım mı oldu, tümden gelim mi oldu anlayamadığım şeyin yegâne amacı şudur; YAŞAYACAK BİR DÜNYA OLMAKSIZIN DOLARIN 7 BİN 900 TÜRK LİRASI OLMASI BİR EHEMMİYET ARZ ETMİYOR. Ekonomi gereksizdir, dolardan bize nedir demiyorum asla, hobi olarak onu da yapalım tabi, ama kafayı dolarla bozup 7/24 bunu konuşup, arkadan Dünya’yı mahvetmeye hakkımız yok. Hele ki Türkiye gibi tarih boyunca birçok önemli medeniyete kucak açmış bir yurdun, böyle kötü bir muamele görmesi eminim Fatih’in, Yavuz’un kemiklerini sızlatıyordur. Ruslar yerimizde olmak için neler vermezdi haberiniz var mı sizin? Helâk oldu adamlar helâk! Sıcak denizlere, sıcak denizler diye rüyalarına giriyor her gece. Peki, biz bu Cennet vatanımıza nasıl sahip çıkıyoruz? Öncelikle mümkün olduğunca yeşil alan bırakmamaya özen gösteriyoruz. Numunelik, her nasıl olabildiyse, es kaza yangın çıkmayan yeşil alanı da günübirlik mangal sefalarımız için kirletip mahvederek yok ediyoruz. Böylece bu alanlara da bina dikilebilir. Tarihî dokuya sahip çıkmakta hele üstümüze yok. Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına ne kadar tarihî eser varsa mutlaka ‘Bize her yer Trabzon’‘emre <3 Ayşe’ (Emrelerle Ayşeler üzerine alınmasın) ‘Vefasızmışsın be vefasız’ şeklinde akılda kalıcı kalpten götürücü ibareler yazıyoruz/kazıyoruz. Yalnızca son 3-5 günde haberlere çıkan birkaç örnekle yazımı sonlandıracağım.
1- Tuzgölü’nde su seviyesinin azalması ve besin kaynaklarının azlığından dolayı ölen çok sayıda yavru lamingo,
2- Sivas’ta telef olan büyükbaş hayvanlar, bu hayvanlardan enfeksiyon kapan insanlar ve şarbon tehlikesi dolayısıyla karantina altına alınan bir köy. (böyle yazınca da düşük bütçeli yerli korku filmi fragmanı gibi oldu),
3- Denizli’de baraj göletinde toplu balık ölümlerinin gerçekleşmesi,
4- Ve son olarak benim yüzümü kızartan bir haber. Japonların önce İzmir’de daha sonra Kapadokya’da tatilcilerin bıraktığı çöpleri temizlemeleri.
Bu haftayı böyle biraz hüzünlü sonlandırıyorum. Allah bize yeniden birlik ve beraberlik, ayrıca Hacı Şakir kokularıyla içiçe olduğumuz güzel Türkiye’mizde yaşamayı nasip etsin.