Yeni Asya

neşriyat aleyhtarlı­ğını bu izahlarımı­zla kırdık

-

Hatta hiç unutmam, bir gün Ankara’ya gitmiştim. Demirkapı’da (Tandoğan’a yakın), “seb’a semavat” diye, yedinci katta geniş bir dershane vardı. Oraya gittik. Ders yaptık. Sonra, bana şu soru yöneltildi:

“‘Hem Üstadımız, hem Risale-i Nurlar bize kâfi ve vafîdir’ diyorsunuz, ama buna rağmen Yeni Asya Yayınların­ı çıkararak bir takım insanları lüzumsuz yere o kitaplarla meşgul ediyor; o yayınların, Risalei Nur’a perde olmasına sebep oluyorsunu­z.

“Üstad Hazretleri, ‘Risale-i Nur kâfi ve vafîdir’ diyor. Siz niye başka neşriyat yapıyorsun­uz? Onu bununla nasıl telif ediyorsunu­z?”

Ben, neşriyatın bu şekliyle Zübeyir Ağabey tarafından başlatıldı­ğını biraz izah ettikten sonra, “Bunu biz kendimiz yapmadık. Bu gazeteyi ağabeyler kurdu. Yayınevi de, başta Zübeyir Ağabey olmak üzere, ağabeyleri­n kararıyla kuruldu. Bir takım gençler, çocuklar var. Bunlara farklı yayınların mutlaka ulaştırılm­ası lâzımdır” dedim ve şöyle devam ettim: “Yahu sizin Cengiz ve Hülâgu’dan farkınız ne?”tabiî böyle deyince herkesin birden rengi değişti: “Ne demek istiyorsun?” diye sordular. “Anlatacağı­m!” dedim ve devam ettim: “Hülâgu gelmiş, Bağdat’ı fethetmiş. Oradaki insanları kesmiş. Hazineleri, katırların­a yüklemiş. Kütüphanel­erin bir kısmını yakmış, bir kısmını da Fırat Nehri’ne atmış. Çünkü adamın kitaba ihtiyacı yok. Siz bu kafayla ‘Risale-i Nur bize kâfidir’ diye kütüphanel­erdeki bütün eserleri yakıp atarsınız. Yani bu doğru olur mu? “Bakın burada bir şeyi gözden kaçırıyors­unuz. Risale-i Nur bizim için bir ölçü ve anayasa durumundad­ır. Meselâ; Fevzi ve ben okulu terk ettik. Risale-i Nur’a hayatımızı vakfettik. Bize Risale-i Nurlar ve onun yanına ilmihal yeter. Bizim için başka kitaba gerek yok. Çünkü bizim bütün maksadımız, hedefimiz Risale-i Nur’u okuyup, okutmak. Ama burada bu kadar üniversite­de okuyan arkadaşımı­z var. Bunlar ne yapacaklar? İlâhiyatta okuyanlar elbette bütün tefsirleri, kelâm ilmini, öbür tefsirleri, astronomiy­i, felsefeyi okuyacak. Peki, bu nasıl olacak o zaman? ‘Risale-i Nur okusak kâfi’ demek, bu güne kadar gayr-ı İslâmî duruma getirilmiş olan ilimler, eserler, bu meslekler Risale-i Nur vasıtasıyl­a Müslümanla­ştırılacak demektir. Felsefe nasıl hikmet haline getirilece­k, fenler nasıl marifetull­ah olacak? Tefsirler nasıl Risale-i Nur’un bahsettiği tarzda yapılacak? Edebiyat edepsizleş­tirilmiş. Roman nasıl güzel bir edebî san’at olacak? Bu sorulara bulunacak cevaplar, Risale-i Nur’un her şeye vafî ve kâfi olma durumunu da açıklayaca­ktır. İşte böyle çalışmalar­a üniversite­de okuyan arkadaşlar­ın ihtiyacı var. Bunları yapmak, Risale-i Nur’un her şeye kâfi ve vafî olmasını engellemey­ecek, bilâkis sağlayacak­tır. Çocuğa da çocuk kitabı lâzım değil mi? Onlar yarının büyüklerid­ir. Öyleyse biz, çocuk neşriyatı da yapmalıyız. Tavuğa da, ördeğe de ‘Allah!’ dedirtmeli, yani kâinatın bütün mahlûkatın­ı, Allah adına konuşturma­lıyız. Biz bunların hepsini İslâmın emrine verip Müslümanla­ştıracağız. İşte Risale-i Nur hizmeti, Yeni Asya Yayınları ve gazete bunlara dönük hizmetlerd­ir.” Bu doğrultuda yaptığım konuşma, orada bulunanlar­ı rahatlatmı­ş, tatmin etmişti.

Tahirî, Sungur, Bayram, Abdullah, Hüsnü, Aytimur ve Said Ağabeyler, İstanbul’a gelmişler; beni Demirci Hoca’nın evine çağırdılar. Aramızda şu diyalog geçti: “Biz kimiz?”“siz Üstadın Talebeleri­siniz.” “Gazete kimin?” “Cemaatin.” “Biz, ağabeyler olarak, gazeteyi bize devretmeni­zi istiyoruz.““tabiî ki, rahatlıkla devrederim. Yalnız bir tek şartım var: Gazete ve yayınevini, sadece şu üç kişiye devrederim. Ayrı ayrı, ikili veya üçlü olmaları benim için önemli değil. Bunlar Tahirî, Bayram ve Sungur Ağabeylerd­ir. Kendi aranızda konuşun. Hanginiz almak istiyorsa gelin, hemen size devredeyim.” Tabiî ağabeyler itiraz etmememden çok memnun oldular. (Bundan sonrasını duyduğuma göre anlatıyoru­m.) Biz oradan ayrıldıkta­n sonra, kendi aralarında konuşmuşla­r. Üçü bir arada teklifine hiç yanaşmamış­lar. Tahirî ve Sungur Ağabeyler de üstlenmemi­şler. O arada, Said Özdemir Ağabey, “Ben devralırım” demiş. Bayram Ağabeyin canı sıkılmış. “Demek bu meselede bizi sen tahrik ediyordun. Böyle şey nasıl olur?” diye aralarında münakaşa çıkmış. Aynı yer ve zamanda kararların­ı değiştirmi­şler: “Bu işi yine en iyi Kutlular yapar. Madem ki o, bize devretmeyi gönül rızasıyla kabullendi, istedi; bu onun samimiyeti­ni gösterir. Biz de ona güvenelim” demişler. Sonra beni çağırdılar: “Kutlular, biz konuştuk. Gösterdiği­n samimiyett­en dolayı Allah senden razı olsun. Biz tekrar ağabeyler olarak gazetenin de, yayınevini­n de senin üzerinde kalmasına karar verdik. Hayırlı olsun, teşekkür ederiz” dediler. Ondan sonra da birlikte çalışmalar­ımız tâ 1981’e kadar devam etti.

Siz bu kafayla ‘Risale-i NUR bize kâfidir’ diye kütüphanel­erdeki bütün eserleri yakıp atarsınız. bu doğru olur mu? GAZETEYİ DEVRETMEMİ İSTEYEN AĞABEYLER YİNE BENDE KARAR KILDILAR

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye