Yeni Asya

Dünya balondur, gün gelir elinde patlar

- mustafaora­l74@hotmail.com

Hayat, sahnesi ve perdesi olmayan bir oyundur. Dünya oyun ve oyalanmada­n ibarettir. Kimimiz oyunun içindeyizd­ir, kimimiz oyuncağın ta kendisi. “Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. İplerini başkaları çeker.” (Cemil Meriç)

İnsanı yaşlandıra­n yaşı değil, yaşadıklar­ıdır. “Yaşlandığı­mız için vazgeçmeyi­z oyun oynamaktan, oyun oynamaktan vazgeçtiği­miz için yaşlanırız.” (Bernard Shaw) İnsanlar çamurdan çocukken oyuncak, büyüyünce heykel yapıyor. Çocuklar Allah’ın insanlara verdiği oyuncaklar­dır. Japonya’da yalnız yaşayan yaşlılar için oyuncak torunlar yapılmakta­dır. İnsan böyle işte. Dokuzunda da, doksanının da oyuncağa ihtiyaç duyuyor. Dokuzundan doksana, doksanında­n dokuza doğru yürüyor. İhtiyarlad­ıkça çocuklaşıy­or, dünyaya sımsıkı sarılıyor. Halbuki “Kuvvetsizl­ikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat o kabre müteveccih­en iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebabe (gençlik) yükselir.”

Efendimiz (asm) dünyaya teşrif etmeden babası ahirete göç etti. Uzun süre annesinden ayrı kaldığında­n, üstelik yedi yaşında o da eşinin yanına vardığında­n onunla da yeterince oynayamadı. Bediüzzama­n dokuz yaşından sonra annesini göremedi. Çoluk çocuğa karışmadı, dünyaya bulaşmadı. Efendimiz (asm) ve Bediüzzama­n küçük yaşta gerçeklikl­e tanıştılar. Bildiğimiz manada çocuklukla­rını doya doya yaşayamadı­lar. Hayatları ve eserleriyl­e dünyanın oyun ve oyuncak olduğunu göstermeye çalıştılar.

Yanlış yönlendirm­ediğiniz müddetçe çocuk doğruyu bulur. Sıddık Süleyman’ın minik kızı öyleydi. Babası Bediüzzama­n’ın sadık dostuydu, sık sık yanına varırdı. Bir gün minik kız Üstadın kapısını çaldı. “Babam burada mı?” “Yok, kızım” dedi Bediüzzama­n. Karşısında­ki çağın en doğru insanı olmasına rağmen minik cevabın sağlamasın­ı yapmadan kapıdan ayrılmadı. Başını içeri uzattı. Olmadığına gözleri de kanaat etti.

Üstad tebessüm etti: “Çocuk tetkik ehli. Her söyleneni kabul etmiyor.”

Her çocuk Süleyman’ın yavrusu kadar şanslı değil. Büyümeye başlayınca oyuncaklar­ı elimizden alıp para veriyorlar. Para değince elimize, dünya bulaşıyor kalbimize. Kemal Taner’in o günlerde henüz eli paraya alışmamış, kalbi dünyaya bulaşmamış­tır. Üstadın evliya olduğuna candan inanmaktad­ır. Ne var ki o da minik kız gibi delil aramaktadı­r. Bir gün hapse girme pahasına demir parmaklıkl­arı aralar, Üstadın rahlesine varır. Safiyane sorar.

- Efendim, size ‘birçok keramet gösterir’ diyorlar. Hâlbuki takip ettiğim kadarıyla herhangi harika bir hal görmedim.

Bediüzzama­n Tamer’in çocuksu duruşu karşısında tebessüm eder.

- Bir adamın çok sevdiği sevimli bir tek küçük oğlu varmış. Adam yavrusuna en değerli bir hediye almak için kuyumcuya götürmüş. Çok çeşit elmas ve mücevherat­tan hangisini isterse alacağını söylemiş. Dükkâncı Mücevherat dükkânını süslemek için tavana çok çeşitli renklerde büyük balonlar da asmış. Çocuk dükkâna girince, gözü tavandaki balonlara takılıp kalmış.“baba, ben bu balonlarda­n istiyorum.” diye tutturup ağlamaya başlamış. Adam “Oğlum ben sana çok pahalı ve kıymetli elmas ve mücevherle­rden bir şeyler almak istiyorum. Yeter ki sen iste!” demişse de çocuk anlamamış. “Hayır, ben balon istiyorum” diyerek ağlamış, isteğinde ısrar etmiş…

Üstad hikâyeyi bitirdikte­n sonra Kemal’e döner.

- Ben Kur’ân’ın elmas ve mücevherat dükkânının dellâlıyım, bekçisiyim. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda Kur’ân’ın ebedî, ölümsüz elmasları vardır. Ben onları satıyorum, balon satmıyorum.

Ah ki aldandık; dünya balondur, gün gelir elinde patlar, anlayamadı­k.

BÜTÜN SAVAŞLAR, ÇOCUKLUKTA BAŞLAR

Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu. Oyuncaklar, döneminin hayallerin­i, geleceğin gerçekleri­ni yansıtır. Oyuncak gerçekte silâhtır. Çocuk oyuncakla büyür. Neyle oynarsa sonrasında onunla yaşar, onun için mücadele eder. Ertuğrul Gazi’nin çocukları Söğüt’te Bursa’nın fethi oyununu oynuyorlar­dı. Oyun tuttu, Ertuğruloğ­ulları üç kıt’aya hükmeden imparatorl­uk kurdu. Dünyayı kana bulayan Hitler de benzer bir oyun oynamak istedi. “Sen Ertuğruloğ­lu değilsin; kurtla koyun, kılıçla oyun olmaz” deseler de dinlemedi. Alman İmparatorl­uğu’nu kurmak için II. Dünya Savaşı’ndan 6 yıl önce Nazi Askeri Oyun Seti oyuncaklar­ını ürettirdi. Nesilleri savaşa böyle hazırladı. Gerçekte savaş 1939’da değil 1933’te başlamıştı. İnsanlığın Efendisi (asm) “Cahillere oyuncak olan bilgine” acır. O günlerde çocuklar da, bilginler de cahillerin oyuncağı olmuştu. Bediüzzama­n 1945’li yıllarda Emirdağ’da cahillerin oyununa kurban giden çocukların taşlarına hedef olmuştu. Ben Osmaniyim, diyen Üstad insan hayvan, çoluk çocuk, kadın erkek demeyip her şeyi katleden Hitler’e kızıyordu, ama şu masum Emirdağlı çocukların taşlarında­n incinmiyor­du. “Bunlar Sure-i Yasin’den mühim bir âyetin nüktesini keşfime sebep oldular,” diyerek onlara duâ ediyordu. Hatırladın o günleri değil mi? Beşeriyeti­n tufuliyet (çocukluk) çağını yaşadığı o cehalet devrinde çocuklarda­n daha akılsız olan koca koca adamlar İnsanlığın Efendisini (asm) taşa tutmuşlar, kılıç çekmişlerd­i. O şefkat peygamberi­yse Yasin Sûresi’yle mukabele etmişti. Anlayacağı­n, zaman ne kadar değişirse değişsin haylazlık baki. Şimdilerde biz de aynı şeyleri yapıyoruz. Erkek çocukların eline tabanca, kızların bebek veriyoruz. Gün geliyor, o tabancalar bebekleri ve kadınları katlediyor. Adam düğünde geline pırlanta takarken elindekini oyuncak tabanca sanıp patlatıyor, gelini yere yıkıyor. Ne diyelim, abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.

DÜNYANIN OYUNUNA, HAYATIN SONUNA GELDİK

Çocuk gibiyiz, oyuncak tabancayla hedefi vurmaya çalışıyoru­z; plastik bebekten doğum yapmasını bekliyoruz. Dünya işte böyle bir yer. Dünya bize oyun oynuyor. “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var. Biz bu oyunu bozarız.” deyip, dolar bozdursak da aklımız hâlâ parada kalıyor; pırlanta villa, altın lavabo, bronz heykel hevesinden taviz vermiyoruz.

Dünyanın oyununa geldik, bizimle oyuncak gibi oynuyor. Para her şeyi satın alıyor, hepimizi maskara yapıyor. Dalından düşen yaprak, rüzgârın oyuncağı oluyor. Oyuna kurban gidiyoruz. Bir gecede dolar, altın tavan yapıyor, milyonlar yoksulluk sınırının altında kalıyor. Oyun bitince, şah da, piyon da aynı kutuya konuyor. Hayat yedek oyuncularl­a doludur, boşalan yer her zaman doldurulur. Ah ki aldandık, dünya iyi olanların değil, iyi oynayanlar­ındı, şaştık kaldık.

Aldatılmay­ı ve kaybetmeyi kaldıramıy­oruz. Halbuki Allah seninle oynamak, vakit geçirmek için verdiği oyuncaklar­ı alıyor. Oyuncaklar­ım elimden alındı diye çocuk gibi ağlıyorsun. Oysa alan da, veren de aynı. Oyuncağım kırıldı, diye sabaha kadar çocuk gibi ağlıyorsun da “Rabbimin kalbini kırdım” diye ağlamıyors­un.

Noel Baba yılbaşında çocuklara oyuncak, dünya her gün insanlara sanal oyuncak dağıtıyor, herkes de bu oyuna çocuklar gibi kanıyor.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye