İslâm ahlâkı iki dünya saadetini getirir
İslâmiyet güzel ahlâk dinidir. Onu yerleştirmek için de, sadece iyi ve güzeli tavsiye etmekle yetinmez. Hemen onun yanında, çirkin ve kötü olan her şeyden uzaklaşmayı emredip, zararlı alışkanlıkları ve neticelerini ferd, aile ve toplum hayatı üzerindeki tahribatlarını dikkate verip kaçınılmasını ister.
Aynı zamanda ibâdetlerle de, pratiğe döktürerek, meselâ “koruyucu sağlık”la ilgili tavsiyelerinde olduğu gibi “zararlara ve kötü alışkanlıklar”a düşmeden önce o yöne giden yolları keser.
Fakat, bunu yaparken de insana, “Menfî duygularını at, yaratılışını değiştir” gibi güç yetirilmeyecek bir teklifte bulunmaz. Bu duyguları nasıl müsbete kanalize edebileceğini gösterir. Meselâ inat, hırs, kin, nefret gibi menfî duygular nerede, kime karşı kullanılacaktır, bunları gösterir. Bu arada sevgi, aşk, merhamet, iyilik, tevâzû, yardım, hoşgörü, saygı, ihlâs, cesaret gibi müsbet duyguların da yine kime karşı ne ölçüde ve nasıl kullanılacaklarını öğretir. İslâmiyete “akıl ve fıtrat dini” denmesinin bir sebebi de bu olsa gerek.
İnsan, en ulvî ve en behimî (hayvanî) duyguları ruhunda taşıyor. Ancak gerçek insaniyetin ortaya çıkması için bu behîmî duygularını değil, ulvî, yânî insânî lâtifelerini geliştirmesi gerekir. İnsanın dünyaya gönderilmesinin gâyesi, bunun öğrenimini yapmak, terbiyesini almaktır.
Medeniyet-i hazıra, “hevâ ve hevesi kamçılama, nefsin arzularını tatmin” prensibiyle insanın insanî ve ulvî duygularını değil, nefsî ve behimî duygularını besler, azdırır. “Özgürlük ve serbestiyet” düşüncesiyle herhangi bir etkili tedbir almaz. Heva/arzu ve duyguları başıboş bırakır. Ona göre insan, bu dünyaya “zevk sürmek” ve “mutlu olmak” için gelmiştir. Bunun yolu da, nefsin arzularını tatmin etmekten geçer.
İslâmiyet ise, saadet-i dareyni hedelediğinden, her iki dünya mutluluğunu esas alır. Bunu gerçekleştirmek için de zararlı, tehlikeli, çirkin ve kötü olan her türlü fiil ve sözlerin en basit ve en küçüğünün dahi yapılmamasını ister.
Her şey niyet, basit arzular, küçük istekler, hareketler ve tavırlarla başlar. Kötü alışkanlık ve bağımlılıklara önce küçük adımlarla girilir. Sonra dev adımlar atılır, sonra giderek kişi o işin müptelâsı olur.
İslâm ayrıca iyiyi, güzeli, ibâdeti, taati emredip tavsiye ederken de, karşılığında rıza-i İlâhî, ebedî saadet ve Cennet vaadetmektedir. Rıza-yı İlâhî esas alındığı içindir ki İslâmda küçük de olsa, iyilikler asla küçümsenmez. Çekirdek gibi olan küçük, az ve basit görülen nice iyilik vardır ki daha büyük iyilikleri ve güzellikleri doğururlar. Eğer bu güzellik ve iyilikler münbit toprağını bulur, gerekli şartlarda beslenirlerse bire on, bire yüz, bire bin mahsûl verebilirler.
Bütün kötülüklerin kaynağında nefis vardır. Her türlü kötülüğü şemsiyesi altına o almıştır. Yalan, iftira, gıybet, cimrilik, hased, kin, riya, sûizan, tecessüs, bencillik, cerbeze, galet, gurur, kibir, hırs, inat, yeis, hile, aldatma gibi bütün kötü huyların baş aktörü nefistir.
Fiil ve icraatlarla ortaya çıkan alkol, faiz, hırsızlık, fuhuş, kumar, rüşvet, gasp, hak yeme, hainlik, israf, zulüm, eziyet etme, adam öldürme, fal, büyü, müstehcenlik, dilencilik, fitne, istibdât gibi rahatsızlık ve kötü alışkanlıkların menbaında da nefis vardır.