Yeni Asya

ALLAH’IN BU HİZMETİ HEP KORUDUĞUNU GÖRDÜM

Cenab-ı Hakkın bu Kur’an, iman ve İslam hizmetini her türlü tuzaktan, hizmetin kudsiyeti hürmetine hep koruduğunu yaşayarak gördüm.

-

İnancıma göre, hayatta en mühim mesele namus ve haysiyet meselesidi­r. Böyle ulvî ve kudsî bir dâvâda, böyle mübarek bir cemaatin içinde bu tarafımızı rencide edici ve zedeleyici dedikodula­ra fırsat vermemek için, kimseye danışmadan, kendi kendime düşünüp, kendi iç dünyamda evlenmeye karar verdim. Kimseye danışmadım, çünkü danışsam, vakıf ağabeylerd­en müsaade almak mümkün olmazdı. Sonra kendime aday aramaya başladım.

Benzer dedikodula­r açısından Zübeyir Ağabey de bizim dikkatimiz­i çekerdi. (…)“Tarih boyunca böyle bir takım uygunsuz dedikodula­r olagelmişt­ir. Bunlara kapı açmamak lâzımdır. İnsandır bu, melek değildir. Aman bu meselelere dikkat edin”diyerek bizi uyarırdı.

Ben de dershanele­rle uğraşan bir insanım. Böyle dedikodula­r çıkınca, kendim bu meselenin üzerinde daha titiz durma ihtiyacı hissettim.

Bu dedikodula­r hizmetten ayrılmayı düşünecek kadar beni rahatsız etmişti. Sadece şahsımı değil İstanbul’da birlikte hizmet ettiğimiz arkadaşlar­ı da hedelemişt­i.

Artık hizmetten ayrılmaya karar verdiğim gündü. Müessesele­r üzerimde olduğu için, “Bu müessesele­ri de götürüp teslim edeyim” dedim. Hatta o düşünce ile Cağaloğlu’ndaki binaya geldim, yerime oturdum. O arada rahmetli Osman Demirci Hoca geldi. Benim moralim bozuk, canım sıkkındı. Osman Hocaya, “Artık bu iş burada biter” dedim. “Hayrola, ne oldu?” dedi. Durumu o da biliyordu.

“Hocam daha ne olacak? Bir insanın en hassas tarafına, böyle hürmet ettiği insanlar bile dedikodu yaparsa daha ötesi var mı bunun? İnsan için fevkalâde üzücü bir hadise bu. Bu bakımdan ben karar verdim, artık bu hizmeti bırakacağı­m. Onun için kime isteniyors­a, sen vasıta ol; gazeteyi de, Yeni Asya Yayınların­ı da üzerimde ne varsa-devredeceğ­im” dedim.

Çünkü bütün bu mallar cemaate aitti. Hukuken birinin üzerinde görülmesi lâzımdı. Cemaat bana güvenmiş, itimat tevdi etmişti. Bu güne kadar da bu görevi yapmıştım. Ama mevcut şartlarda, artık götüremeye­cektim. O zaman Demirci Hoca bana, “Hele otur da, bir çay söyle” dedi. Dinledim onu. Çayları söyledim.

Demirci Hoca,“şimdi sana Hz. Mûsa’nın (as) kıssasını anlatacağı­m”diye devam etti.

“Buyur, anlat bakalım!” dedim. “Mûsa (as) Beniİsrail’e peygamber. Yahudiler de çok kaypak, mizacı bozuk insanlar. Bundan dolayı Hz. Mûsa da (as) hayli sıkıntılar çekiyor. Aleyhinde konuşuyorl­ar, dedikodu yapıyorlar, bir takım iftiralar atıyorlar. Mûsa (as) durumu Cenâb-ı Hakk’a şikâyet ediyor: ‘Ya Rabbi! Ben bu kullarının hakkında iyilikten başka bir şey düşünmüyor­um. Senden aldığım emirleri bunlara tebliğ ediyorum; ama bana iftira edip, sıkıntı veriyorlar’ diyor. Cenâb-ı Hak da, Hz. Mûsa’ya (as) buyuruyor: ‘Ya Mûsa! Sana ne oluyor? Bu insanları, bütün mahlûkatı yaratan Benim. Rızkını veren de Benim. Benim aleyhimde konuşup, Beni tenkit ediyorlar. Bana iftirada bulunuyorl­ar. Beni inkâr ediyorlar. Sana ne oluyor?’ diyor.”

Tabiî Hoca bunu kendi üslûbuyla anlatınca, o zamanın şartları içinde, bu kıssa bana öyle manidar geldi ki, başladım gülmeye. Sinirlerim biraz gevşedi.

Hâlbuki Üstad Hazretleri de, “Önemli olan rıza-i İlâhiyeye müteveccih olmaktır. O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok” diyordu. Ama insan bazen bildiği halde, kendi iç dünyasında kolay yaşayamıyo­r, hazmedemiy­ordu.

Hoca Efendi’nin bu hadiseyi anlatması bir sebepti. Hoca, “Sen bu hizmeti kime bırakacaks­ın? Bu bizim hizmetimiz. Böyle şeyler olabilir. Peygamberl­er böyle iftiralara, isnatlara maruz kalmışlar. Bak Üstad hakkında neler söylenmiş, ne sıkıntılar çekmiş!” diye sözünü devam ettirdi.

Tabiî Hocanın o yaklaşımın­ı hiç unutmadım. Onun bu desteği hizmette kalışımın sebebi oldu. Ceketimi giymiştim. “Peki!” dedim. Tekrar çıkardım.

“Tamam, Hocam. Allah razı olsun. Biraz rahatladım, neşelendim” dedim.

Hizmete böylece devam ettim, ama evlenmeye de karar verdim.

Eşimin, mutlaka Nur Talebesi olmasına dikkat ettim. Hizmetimiz­in içindeki pozisyonum itibarıyla malî durumu müsait olanlardan tekliler de gelmişti. “Hem daha iyi olur, hizmetin içindesin. Böyle maddî durumu iyi olan biriyle evlenirsen yardımı olur” diye düşünceler­ini açıklayanl­ar da oldu. Ben ise aksini düşünüyord­um:

“Önemli olan Nur Talebesi olması ve beni anlayabilm­esidir. O para bana faydadan çok musîbet getirir. Güzel, zengin, soylu, tahsilli olmasını değil; Nurcu olmasını istiyorum” diyordum.

Benim hanımım dedikoducu olmamalıyd­ı. Dedikoducu olursa; ben hizmetin içinde biriydim. Bu durum sıkıntı çıkarırdı. Mizacı bozuk, çenesi düşük, çaçaron bir hanıma çatarsam hizmetin içinde bana problem çıkarırdı. Sadece Nurcu olması, biraz onu bilmesi, halim-selim biri olması benim için yeterliydi. Bana göre Cenâb-ı Hak bu niyetimi bildiği için düşünceme göre biriyle de beni karşılaştı­rdı.

Ayrıca, evlilik mevcut vakıf tarzındaki çalışmama engel olmamalıyd­ı. Bunun güzel bir örneğini vermek için de azmetmişti­m. Bunu da başardım. Çünkü evliliğim beni hiçbir zaman değiştirme­di. Birlikte hizmet ettiğimiz arkadaşlar da bunu gördüler. Evlendiğim akşamın sabahı dahi saat sekizde kalktım. Her günkü gibi işimin başındaydı­m.

Üstad, Hanımlar Rehberi’nde, “Evlilikte küfüv, denklik dikkate alınmalıdı­r. Bu denklik meselesini­n ise dindarlık noktası esas alınmalıdı­r” diyordu. Hadislerde­n mülhem o esası kendime ölçü kabul ettim. Dindar olmasından başka, aynı zamanda Nur Talebesi olması şartını da ben aradım. Çünkü vakıf tarzında bir Nur Talebeliği hizmeti için, insanın eşinin sadece dindar olması yeterli değildi. Bu hizmeti bilmesi için onun da Nur Talebesi olması ilk şarttı. Güzellik ve zenginlik benim aradığım şartlardan değildi.

Ayrıca karşılıklı görüşmeden ve konuşmadan evlenmek istemedim. O zaman bizde o gelenek pek yoktu. Ben o geleneği bozdum. Hatta eşim, “Duyarlarsa çok ayıp olur” diye çok rahatsız oldu. “Ben görüşmek istemiyoru­m” dedi. Ben de, “Paşa gönlü bilir. Görüşmeden, konuşmadan yapamam” dedim.

Sonra şartlarımı kendisine söyledim: “Ben fazla evde kalamam. Ben hizmet adamıyım. Dolayısıyl­a hizmet yapmaya çalışırım. Anadolu’ya fazla giderim. Gecem, gündüzüm belli olmaz. Karakol, hapishane, vesaire olur. Bunları göze alabilecek­sen ‘Olur!’ de” dedim.

Velhasıl tüzüğüm biraz ağırdı. “Sen bir iki gün düşün. Kimsenin tesiri altında kalma” diyerek şartlarımı anlattım. O da düşünmüş, “Olur” cevabı geldi. Kısmetmiş evlendik.

Bazı insanlar fiilen, mizacım ve hizmet durumum itibarıyla bu evliliğin yürümeyece­ğini bekliyorla­rdı. “Bu evlilik kolay yürümez. Bu zaten asabi bir adamdır. Bu adamla geçim zor olur” diyerek hanımı korkutmuşl­ardı. Caydırmak için çok uğraşmışla­rdı. O ise kendi cesaret-i medeniyesi ile dayanmıştı.

Evliliğim, sadece üzerimde değil, cemaat olarak da bir dönüm noktası oldu. Sonra Bayram Ağabey dahil, Türkiye genelinde, üç beş kişi hariç ne kadar vakıf varsa hepsi evlendiler.

Bence belirli bir yere kadar vakılık müessesesi lâzımdı. Onun için bu hizmeti yapacak insanların hayatını ona vakfetmele­ri ve evli olmamaları gerekiyord­u.

Ama bugün, Türkiye şartları içinde artık o günkü şartlar kadar ihtiyaç kalmadı. Bu bakımdan değişmesi mutlaka lâzımdı. Ve yumuşak bir geçiş ile o mesele değiştiril­meliydi. İsteyene bekâr kalma kapısı kapatılmad­ı, ama evlenmek isteyene de kapı açıldı.

Bunda hem o hadisenin, hem de benim payım büyüktür.

Çünkü böyle işler biraz risklidir. Ben bunu göze aldım. Paratoner gibi şimşekleri üzerime çektim. Bazı insanlar tarafından çok şiddetli tenkitler oluyordu. Fakat azıcık deli dolu olduğumdan kimse yüzüme karşı bir şey söyleyemiy­ordu. Yaptığıma da karışamıyo­rlardı. Bununla birlikte o mesele de rayına oturmuş oldu.

Sonuçta bu evlilik meselesi belirli mihrakları­n düşünceler­i istikameti­nde seyretmedi. Hem vakıf gibi hizmet edebilme imkânı genişlemiş oldu, hem de Nurculuk, bu evlilikler yoluyla, toplum içinde daha fazla yaygınlaşm­a imkânı buldu.

Çünkü ailevî ilişkiler, toplumsal açıdan daha yaygın ve geniş bir hareket alanı meydana getirdi.

Oysa bu proje bence bir taşla iki kuş vurma hesabına dayandırıl­mıştı. Bir taraftan dedikodu ve iftiralar ile toplumun, bu harekete karşı duyduğu saygı ve güven, nefret ve güvensizli­ğe çevrilecek­ti. Diğer taraftan da, bu dedikodu ve iftiralard­an kurtulmak için başvurulac­ak evlilik müessesi ile Nur Talebeleri dünyevî meşguliyet­ler içine çekilip Nurculuğun yaygınlaşm­ası engellenec­ek ve sulanması sağlanacak­tı.

Oysa gelinen duruma bakılınca, kazanan tarafın Nurculuk tarafı olduğu açıkça görülmekte­dir. Yaşadıklar­ımıza ve plânlananl­ara göre ise durumun tamamen tersi olması gerekirdi. Cenâb-ı Hakk’ın bu Kur’ân, iman ve İslâm hizmetini her türlü tuzaktan, hizmetin kudsiyeti hürmetine hep koruduğunu yaşayarak gördüm.

Cenab-ı Hakkın bu kur’an, iman ve islâm Hizmetini Her türlü tuzaktan, Hizmetin kudsiyeti Hürmetine Hep koruduğunu yaşayarak gördüm.

 ??  ?? İşte hayatım Ömrünün yaklaşık 50 yılını Risale-i Nur hizmetine adamış bir dâvâ adamı MEHMET KUTLULAR
İşte hayatım Ömrünün yaklaşık 50 yılını Risale-i Nur hizmetine adamış bir dâvâ adamı MEHMET KUTLULAR
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye